03 Haziran 2020

Kozasından Çıkan Kelebeğe Yardım

  

   Bir gün, bir adam ormanda gezerken bir kelebeğin kozasından çıkmaya çalıştığını gördü. Kozasındaki küçük delikten çıkmaya çabalayan kelebeği saatlerce izledi.  

   Sonra adam, kelebeğin kozadan çıkmak için çabalamaktan vazgeçtiğini, gücünün kalmadığını düşündü. Kelebeğe yardım edeyim de kolayca çıksın diye düşündü ve kozadaki deliği daha rahat çıksın diye büyüttü.

   Bu sayede kelebek kozasından kolayca çıkabildi. Fakat çıkmaya daha hazır değildi, bedeni hala kuru ve kanatları buruş buruştu. Adam, kelebeğin gücünü toplayıp, kanatlarını açıp, uçacağını düşünüyordu. Ama kelebek kozasından zamanından önce çıkmıştı. Ne kadar çabalasa da uçamadı ve buruşmuş kanatlarıyla yerde sürünmeye devam etti.

   Adam iyi niyetli bir şekilde kelebeğe yardım etmeyi istemişti ama bilmediği nokta; kelebeğin kozadan çıkmak için çabalaması, bedenindeki sıvının kanatlarına gitmesini, kısa ömründe yaptığı hareketlerle kaslarının güçlenmesi ve bu sayede doğru zamanda kozasından çıktığında uçabilmesini sağlayacaktı :(


Hırsızlar Kasabası


Bir kasabada her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş.

Fakat gün doğarken geri döndükleri her seferinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış.

Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş bu adam.

Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, ahali ona kızmaya başlamış, “Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler.

Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş.

Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiç bir şeyi kalmamış ve kasabayı terk etmek zorunda kalmış.

Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar.
Zamanla, zengin fakir ayrımı çoğalmış.

Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler!

Ancak yoksulların mallarını çalmak hâlâ serbestmiş! Bir süre sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü yoksullar ya açlıktan ölmüş ya da kasabayı terk edip gitmişler.

Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yitirmeye başlamışlar.

Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için kasabayı ilk terk eden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Nerede yaşadığını öğrenmişler.

Evine gittiklerinde kapıda bir kâğıt görmüşler.

Kâğıtta şunlar yazıyormuş:

“Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç kalınmış demektir..."

Sağır Kurbağa 🐸


“Kurbağalar bir gün yarış düzenlemiş. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış.

Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış ve yarış başlamış.

Gerçekte seyirciler içinde hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş.

Sadece şu sesler duyulabiliyormuş: “Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!”

***

Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar.

İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırmaya devam ediyorlarmış:

“Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!”

Sonunda bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve yarışı bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayretle mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış.

Diğerleri hayret içerisinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş; “Bu işi nasıl başardın?” diye.

O anda farkına varmışlar ki; kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

31 Mayıs 2020

Kendini Tavuk Zanneden Kartal


Bir zamanlar muzip bir Kızılderili bir kartalın yuvasından aşırdığı yumurtayı kuluçkaya yatan yaban tavuğunun yumurtaları arasına katmış. Zamanı geldiğinde yumurtanın içindeki kartal yavrusu kabuğunu kırmış ve dünyaya gelmiş. Kendisinin biraz farklı olsa da çevredeki yüzlerce tavuktan biri olduğunu düşünmüş. Oradaki tavuklarla birlikte, bir tavuk gibi büyümeye başlamış. Sadece o değil, etraftaki tüm tavuklar da onu bir tavuk olarak görüyor ve ona bir tavukmuş gibi davranıyormuş. Zaman zaman da içinden; “ben çevremdeki tavuklara benzemiyorum... Acaba ben kimim?” diye kendi kendine sormaya başlamış.
Bir gün öteki tavuklarla birlikte eşelenirken, yukarılardan birkaç kartalın uçtuğunu görmüş. Kendini tutamamış, yüreğinde bir anda oluşan coşkuyla haykırmış:
- “Ne kadar güzel uçuyorlar. Ben de onlar gibi uçmak istiyorum.” Tavuklar, onun bu sözlerine hep birlikte gülmüşler. “Sen bir tavuksun ve tavuklar asla kartal gibi uçamaz.”
Kendini yaban tavuğu sanan kartal her gün: “Ah tanrım, ne olur, ben de onlar gibi uçabilsem... Ben de onlar gibi özgürce kanat açabilsem göklerde.”
    O böyle konuştukça çevresindeki tüm tavuklar her zaman söyledikleri sözleri bir kez daha, bir kez daha yineliyorlarmış:
- “Vazgeç düşlerinden. Sen tavuksun ve hep tavuk olarak kalacaksın.”
Küçük kartal, çevresindeki tavukların her gün birkaç kez yineledikleri bu sözlerinden öylesine etkilenmiş ki sonunda bir kartal gibi göklerde özgürce kanat açmak düşünden vazgeçmiş, hayatını bir tavuk gibi sürdürmüş ve bir tavuk gibi ölmüş...

29 Mayıs 2020

Tarihi Kişiliklere Sorular ve Bilge Cevaplar

Goebels'e sormuşlar;
- "İktidar nedir?"
- "Düşman yaratmaktır..." diye cevap vermiş.
II.Ramses'e gitmişler;
- "En büyük piramit hangisi?"
- "Kibrimizdir..." demiş.
Platon'a sormuşlar;
- "Devlet nasıl yönetilir?"
- "Ya ilimle, ya zulümle..." diye yanıtlamış.
Orhan Gazi'ye sormuşlar;
- "En büyük zulüm nedir?"
- "Geciken adalettir..." demiş.
Çiçero'ya sormuşlar;
- “Roma İmparatorluğu nasıl yıkıldı?”
- “İşi ehline vermedik..." diye yanıt vermiş.
Sultan Süleyman'ın hocası Yahya Efendi'ye sormuş;
- "Devlet nasıl yıkılır?"
- "Nemelazımcılık..." demiş.
Kârun'un yanına varıp;
- "Zenginliğin sırrı nedir?" demişler.
- "Halka avuç açmamaktır..." demiş.
IV.Murat'a sormuşlar;
- "Yardıma alışana ne olur?"
- "Emir almaya da alışır..." diye cevaplamış.
Gorbaçov’a
- “En büyük hatan neydi?” diye sormuşlar.
- “Yanlışı hep karşımızdakinde aradık..” diye yanıtlamış.
Stalin'e sormuşlar;
- "En büyük korkunuz?"
- "Sokakta yalnız başıma yürümek..." diye cevaplamış.


30 Mart 2020

Fare Kapanı

Fare Kapanı  🐭

Duvardaki çatlaktan bakan fare, çiftlik sahibi ile karısının bir paket açtıklarını gördü. “İçinde yiyecek mi var?” derken, bir baktı ki fare kapanı!..
Hemen bahçeye koşup, alarmı verdi: "Evde kapan var! Evde kapan var!"

Tavuk gıdaklayıp, kafayı kaldırdı ve "Bay fare, bu sizin için ciddi bir sorun olsa da, beni ilgilendiren bir tarafı yok ne yazık ki!.."

Fare dönüp bu sefer koyuna, “Evde kapan var, evde kapan var” dedi.
Koyun konuyla ilgilendi ama, kendi hesabına ‘Üzgünüm bay fare, vah vah emin ol senin için dua edeceğim” dedi.

Fare bu kez öküze yöneldi: “Evde kapan var! Evde kapan var!” diye bağırdı nefes nefese.
Öküz: ‘Vayy, Bay Fare, senin için üzüldüm, ama burnumu sokacağım bir şey değil.’ dedi.

E farenin de başını eğip, gitmekten başka çaresi kalmamıştı… yalnızlık ve terk edilmişlik hisleri içinde, fare kapanı ile artık tek başına başa çıkmaya çalışacaktı!

O akşam evde, alışılmamış bir ses duyuldu. Sanki bir kapan, avının üzerine kapanmıştı.

Sese koşan çiftçinin karısı, karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunu kaptırdığını görmemiş, yılan da kadını ısırmıştı..
Çiftçi karısını hemen hastaneye götürdü, Karısı eve ateşli ve hasta olarak döndü.

Eee ateşli insana ne verilir? Sıcacık bir tavuk çorbası!!! Tavuk hemen kesilmiş ve acilen pişirilmiş!

Ama kadın hala iyileşmiyormuş. Eee eş dost ahbap gelince hasta ziyaretine,
çiftçi de sofraya koyunu çıkarmak zorunda kalmış!!!.

Ama çiftçinin karısı iyileşmemiş; ölmüş!!!
Aman ne kalabalık gelmiş cenazeye, ne kalabalık!!!

Bu sefer de konukları doyurmak için kesilen öküz olmuş…
Fareye de olan biteni deliğinin ardından izlemek kalmış!..


28 Mart 2020

Uygarlık Yardımlaşmadır

"Tarihte uygarlığın ilk işareti nedir? “
Uygarlık deyince aklınıza ilk gelen tekerleğin icadı, ateşin bulunması filan olacaktır muhtemelen. Kastettiğim bu değil. Aslında “uygar insan” olmaktan bahsediyorum.
Antropoloji üniversitedeyken en sevdiğim dersti. Toplumların tarih boyunca gelişimlerini incelemek müthiş ilginç gelirdi bana. Dolayısıyla bu sorunun cevabını da en doğru verecek kişi bir Antrolopolog olsa gerek. Margareth Mead şöyle cevaplamış bu soruyu : “Kırılıp iyileşmiş kaval kemiği”.
Şimdi ne alaka dediğinizi duyar gibi oluyorum. Oysa açıklama o kadar güzel ki.
Şöyle diyor devamında:
“Doğada hiç bir hayvan kırık kemiği iyileşene kadar hayatta kalamaz. İyileşmiş kemik demek, birisi o bacağı sarmış, onu güvenilir bir yere taşımış, iyileşene dek ona bakmış demektir.” Yani kısacası zor zamanda birine yardım edilmesiyle başlar uygarlık.
Sevgili Ahter Kutadgu, #ArtıkBirbirimizeEmanetiz etiketiyle paylaşmış. O kadar etkilendim ki...
İçinden geçtiğimiz şu akla ziyan günlere ders niteliğinde bir yorum değil mi sizce de?
Uygarlığın teknoloji anlamında doruklara çıkarken insanlık yönünde dibe vurduğu günlerde başımıza hiç beklenmedik bir şey geldi. Film olsa amma da usturaymış diyeceğimiz bir senaryonun oyuncularıyız hepimiz şu anda. Kaçış var mı, yok. İnsanlığın verdiği en büyük sınavlardan birindeyiz ve “Bana ne, ben girmiyorum” demek gibi bir şansımız da yok.
Mücadele dönemleri hep kahramanlarıyla taçlanır ya, şu dönemin kahramanları olarak tarih birinci sıraya doktorlar ve sağlık çalışanlarını yazacak. Gece gündüz demeden, her türlü riski göze alarak, ailelerinin yüzünü görmeden çalışıyorlar ve görünen o ki, daha da çok uzun günler çalışacaklar.
Sadece onlar da değil üstelik. Gölgede kalan kahramanlar var. Evden çıkmama duyarlılığını gösteren bizlere hayati ihtiyaçlarımızı ulaştıran kişiler. Apartman görevlileri, kargocular, market çalışanları, depo sorumluları, çöpleri toplayan emekçiler, sokak esnafı, eczaneler, bankalar, televizyon ve gazete sektöründe çalışanlar, güvenliğimizi sağlayanlar...
Bize düşen ise sıcacık evimizde koltuğumuzda oturmak. Kusura bakmayın ama hiç birimiz, gerçek anlamda “hiç birimiz” sıkıldım deme hakkına sahip değiliz. Bu mücadelede üstümüze düşen “durmak”. Sadece durarak, evde kalarak, özellikle tıp cephesinde mücadele veren kardeşlerimizin yükünü hafifletebiliriz, yaşlılarımızı, büyüklerimizi koruyabiliriz.
Öyle manasız bir hızla gidiyorduk ki... Kürek mahkumu gibi, beşinci vitese takmış, son hız, kocaman geniş bir çevreyolunda, dip dibe, egzos dumanı içinde , mecburmuşuz gibi gidiyorduk. Ne yaptığımızın çok da farkında olmadan, anı hep pas geçerek, hep bir yerlere yetişme telaşında, hep bir olma, oldurma paniğinde gidiyorduk.
Derken...
Zaman bize DUR dedi.
Sanki zaman yaramaz bir çocuğu azarlarcasına kolumuzdan hoyratça çekip eve götürdü bizi. “Otur ve yaptıklarını düşün! Doğruyu bulana kadar cezalısın “ dedi.
Her yok saydığımız hayvanda, her balta vurduğumuz ağaçta, her kirlettiğimiz deniz damlasında, her zehirlediğimiz toprak zerresinde, ve her sırtımızı döndüğümüz insanda parça parça yitirdik insanlığımızı. Görmedik, anlamadık, umursamadık. Doğanın her anlamda bir parçası olduğumuzu yeniden hatırlama şansı verdi bize bir minicik virüs. Onun anlamı yanında bizler küçücük kaldık.
Durabilmek nasıl bir lüks farkında mıyız acaba?
Yavaşlamak... Kendine dönmek... Basit şeylerin kıymetini bilmek.
Aslında neyi sevdiğimizi, neyi sevmeden mecburi yaptığımızı anlamak...
Ve sadeleşmek... Belki de en çok yapmamız gereken.
Şimdi o ürkünç seslerle dönen çarkın içinden çıktık.
Sadece o çarkın parçası olmayı biliyorduk yıllardır. Çark durdu.
Serbestiz. Özgürüz . Biz bunu hapis zannederken asla hürüz.
Her şeye daha tepeden bakabilme şansımız var. Kullansak mı o şansı artık?
Anlaşıldı ki, memleketlerin sınırları hikaye, zengin-fakir hikaye, o ırk bu ırk hikaye, seçen seçilen hikaye... Bir mini minnacık virüsün karşısında hepimiz eşit şekilde savunmasızız.
Çünkü biz bunca zaman sandık ki, daha lüks evlerde otursak, daha son model arabalara binsek, daha pahalı çantalar alsak, saatler taksak, daha yüksek, daha da yüksek makamlarda çalışsak dünya daha güzel bir yer olacak.
Ta ki bir ufacık virüs hepimizi duvardan duvara vurana kadar.
Şimdi uygarlığın manasını gerçek anlamda yazmamız için bize bir şans verildi. Zaman, kırık kaval kemiğini el birliğiyle iyileştirme zamanı.
Bunu eğer durarak yapacaksak duracağız. Sabır gerekiyorsa sabredeceğiz. Belki zaman zaman yenileceğiz, ama asla pes etmeyeceğiz. Yardımlaşmak zamanı geldiğinde omuz vereceğiz birbirimize. Tek başına kum tanesi sıfatında hiç bir hükmümüz olmadığını gösterdi zaman bize. Diğer kum taneleri olmadan kocaman bir hiçiz.
Bizlerden kurtulunca sanki nefes aldı doğa. Ne zamandır ilk defa balkon kapısını açtığımda daha önce duymadığım güzellikte kuş sesleri duyuyorum. Orada bir yerlerde çiçeğe duran ağaçlar var biliyorum, tam on gündür göremiyorum. Belki de ilk defa insansız patlatacak tomurcuklarını bu bahar. Belki buna ihtiyacı var, bilmiyorum.
Bahar açık havada insan eziyetinden uzak özgürlüğün tadını çıkartırken biz de boş durmayacağız elbet.
Yüreğimizde yerlere kapaklanan insanlığı kaldıracağız düştüğü yerden.
Muhasebe yapacağız.
Gökte uçan kuştan, yerde gezinen karıncaya, kendiliğinden açan kan kırmızı gelincikten pıtrak gibi çiçeğe bezenmiş badem ağacına kadar, üstü yırtık pırtık evsiz adamdan, arabanın camını tıklatan mendilci çocuğa, beli bükülmüş komşumuzdan yolu süpüren çöpçüye kadar yeniden “görmeyi”, yeniden “anlamayı”, yeniden sevmeyi öğreneceğiz. O kırık kaval kemiğini en şanımıza yaraşır şekilde nasıl onarabiliriz onu düşüneceğiz.
Ve kapılar tekrar açıldığında dış dünyaya, artık yepyeni, tazelenmiş, yaşadıklarından ders almış, yurduna yuvasına, doğa anaya, sevdiklerine, hayallerine hak ettikleri değeri veren, daha arınmış bir varlık olarak atacağız adımımızı dışarı. Bu değişimi yaşamadıysak yeni bir sınavla sınanacağız.
O yüzden güzel kardeşlerim, önümüzde iki seçenek var: Ya bu sınavı alnımızın akıyla geçeceğiz, ya bu sınavı alnımızın akıyla geçeceğiz.
Çünkü artık anladık. Sadece ve yalnızca “birbirimize emanetiz”.
Bige Güven Kızılay
22.03.2020


İpe Un Sermek

  Vakti zamanında Anadolu’nun bir köyünde tembelliğiyle nam salmış bir adam yaşarmış. Bu adam, ne zaman bir iş verilse türlü bahanelerle o i...