07 Temmuz 2020

Şekere Boy Abdesti Aldırmak



Eskiden İran'da çaya tatlandırıcı olarak hurma ve üzüm katılıyordu.
İngilizler İran'a şeker satmaya kalktıklarında bunu başaramadılar.
Sonra İranlı Mollalarla irtibat kurdular.
İngilizler Mollaların vereceği fetva karşılığında kazancın % 10'nu teklif ettiler..
Nitekim bir cuma namazında ( İran'da cuma namazları o bölgenin en büyük camisinde ve çok kalabalık olarak kılınıyor ) cuma hutbesinde mollalar şu vaazı verdi:
"Siz Allah'ın nimeti olan hurma ve üzümü nasıl olur da çaya katarsınız!
Bundan böyle çaya şeker katacaksınız!"
Bu vaazdan sonra İranlılar çaya şeker katmaya başladılar. İşler yoluna girince İngilizler, mollalara verdiği % 10 payı satışların iyi gitmediği gerekçesiyle vermemeye başladılar.
Bunun üzerine mollalar ikinci bir fetva verdi cuma
hutbesinde: "Gâvur icadı şekeri çaya katmak caiz değildir "!...
Bu fetva üzerine İranlılar evlerindeki şekerleri sokaklara döktüler.
İngiliz firmaları mecburen, mollalarla yeniden masaya oturdu.
Fakat mollalar bu sefer % 20 pay istedi.
Eee dinsizin hakkından imanlı (!)
gelir(miş). İngilizler çaresiz kabul ettiler.
Mollalar cuma hutbesinde bu sefer:
"Biz size 'çaya şeker katmayın' dedik ama 'sokaklara dökün de' demedik, şekeri sokağa dökmeyeceksiniz, şekeri çaya batıracak ve böylece gâvur icadı şekere boy abdesti aldırarak içeceksiniz!" diye fetva verdiler.
Tabii ki bu fetva İran halkı tarafından yaşama geçirildi.
Dinin cahil insanları aldatmak, yönlendirmek, onları sömürmek
açısından ne kadar etkili olduğunu gösteren bir örnektir bu yaşanmışlık.

Zengin Olunca Ne Yapmak İstersiniz


Amerikalı zengin işadamı, bir iş seyahati sırasında küçük bir Meksika kıyı kasabasına uğrar. Limanda gezerken, ağzına kadar balık dolu küçük bir teknenin içinde oturan bir balıkçı dikkatini çeker. Merakla yanına yaklaşır ve sorar; "Merhaba, bu balıkları yakalamak ne kadar zamanını aldı?"

Tümünü bir iki saatte yakaladığını söyler Meksikalı balıkçı. İşadamı bu kez, niçin daha uzun süre kalıp daha fazla balık yakalamadığını sorar. Balıkçı, ailesinin geçimi için bu kadarının yettiğini söyler.

Amerikalı işadamı merakla balıkçıya kalan zamanını nasıl geçirdiğini sorar. Balıkçı anlatır: "Geç vakit yatarım, sabah birazcık balık yakalarım. Sonra çocuklarımla oynarım, öğlende de karım Maria ile biraz siesta yaparım. Akşamları, amigolarla beraber gitar çalıp şarap içeriz, eğleniriz. Dolu ve meşgul bir   yaşantım var senyör."

Amerikalı gerinerek, "Benim Harvard'dan MBA'im var ve sana yardım edebilirim. Balık tutmak için daha çok zaman ayırmalı ve daha büyük bir tekne ile çalışmalısın. Bu tekneden elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa sürede bir balıkçı filosuna sahip olursun. Böylelikle, yakaladığın balığı aracılara değil doğrudan doğruya işleme tesislerine satarsın. Hatta kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Balıkçılık sektöründe bir numara olursun." 

Ve Amerikalı devam eder, "Tabii bunları yapman için öncelikle bu küçük balıkçı kasabasını terk edip Mexico City'e, daha sonra Los Angeles'e ve en sonunda holdingini genişletebileceğin New York'a yerleşirsin." Balıkçı düşünceli vaziyette sorar, "Peki senyör, bu anlattıklarınız ne kadar   zaman alır?" Amerikalı yanıtlar, "15-20 yıl kadar."

"Peki, bundan sonra senyör?" diye sorar balıkçı. Amerikalı güler, "Şimdi anlatacağım en iyi tarafı! Zamanı geldiğinde, şirketini halka açarsın ve şirketinin hisselerini iyi paraya satarsın, kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın!"

"Milyonlar" der Meksikalı; "Eee... sonra senyör ?" Amerikalı, "Ondan sonra emekli olursun. Geç vakitlerde yatabileceğin küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin, istersen zevk için biraz balık tutarsın, çocuklarınla oynayacak,  karınla öğle uykusu yapacak zamanın olur, akşamları da arkadaşlarınla şarap içip, gitar çalarsın. Nasıl, mükemmel değil mi?"

06 Temmuz 2020

Mükemmel Mesafe


Schopenhauer’a göre, çok soğuk bir kış gününde bir araya gelen yalnız kirpiler ciddi bir ikilem ile karşı karşıya kalacaklardır: ya birbirilerinden uzak durarak tek başlarına soğuktan ölecek ya da birbirilerini ısıtmaya çalışırken birbirilerine dikenlerini batırarak canlarını acıtacaklardır.
Kirpiler önce donmamak için birbirlerine bir hayli yaklaşırlar, yaklaştıkları anda dikenlerinin farkına varır ve ayrılırlar. Pek çok bir araya gelme ve dağılma döngüsünden sonra nihayet kirpiler birbirlerine ne fazla uzak ne de fazla yakın olmanın hem soğuğa hem de karşındaki kirpinin dikenlerine karşı korunmada en iyi yol olacağını keşfederler. Ama bu “mükemmel” mesafenin hem öğrenilmesi hem de muhafaza edilmesi zordur.

İkili ilişkilerin bütün problemi bu. “Mükemmel mesafe” eksikliği. İnsan insanın kara sularına girdikten sonra daha fazlasını ister. Daha çoğunu. Daha fazlasını. Ama insanın da dikeni vardır. Yaklaştıkça batar. Girdikçe boğar. Uzaklaşmak zaten dondurucu.

İlişkilerin huzursuzluğu burda tezahür eder. Uzaklaştıkça donma, yaklaştıkça can yakma acıtma.

Bu Devirde Okumak da Başa Belâ



İkisi de aç olan bir Aslan’la bir Tilki birlikte ava çıkmış.
Çayırlıkta sakin sakin otlayan bir eşek görmüşler. Tam dişlerine göre!
Aslan baş tarafına geçmiş, tilki arka tarafına… Bunun üzerine otlamaya biraz ara veren eşek:
- Anladım beyler, demiş, beni yiyeceksiniz. Ama beni yerseniz Padişah’la başınız derde girer.
- Niyeymiş o? diye sormuş Aslan.
- Ben “Padişah’tan Fermanlı Eşek”im de ondan.
- Hadi canım, demiş Aslan. Hani ferman’ın nerede?
- Arka sağ ayağımın altındaki nal da kazılı vaziyette, demiş eşek.
Aslan uzaktan Tilki’ye işaret ederek:
- Okuyuver lan şunu, demiş, bakalım doğru muymuş?
Tilki uyanık:
- Valla benim okumam yazmam yok! demiş.
- İyi lan, iyi! demiş Aslan öfkeyle, çekil kenara, ben kendim okurum…
Tabii Aslan, eşeğin arka ayağındaki fermanı okumaya çalışırken, eşek öyle bir tekme patlatmış ki Aslan 10 metre ileriye fırlamış ve  kemikleri kırılmış.
Bunun üzerine, eşekle tek başına baş edemeyeceğini bilen Tilki hızla uzaklasırken kendi kendine söyleniyormuş:
- Ulan bu devirde okumak da başa belâ...
(Şevki Tekin)

05 Temmuz 2020

Oyuncak Bebek



Hiç evlenmemiş ve çocuğu olmayan Franz Kafka (1883-1924), Berlin'de bir parkta yürürken, en sevdiği oyuncak bebeğini kaybettiği için ağlayan, küçük bir kız çocuğuyla tanıştı.
Kafka çocukla birlikte, bebeği başarısız bir şekilde aradı.
Ertesi gün onunla, bebeğini aramak için yeniden buluşmayı istediğini söyledi.
Fakat bebeği bulamadılar. Kafka, kıza bebek tarafından yazılmış bir mektup verdi. Mektupta "Lütfen ağlama,
dünyayı görmek için bir geziye çıktım. Sana maceralarım hakkında yazacağım", diyordu.
Böylece, Kafka'nın yaşamının sonuna kadar devam edecek bir hikâye başladı.
Kafka küçük kıza, bebeğin maceralarının yazılmış olduğu mektuplarını okur ve akabinde çocuğun çok güzel bulduğu konuşmalar yapardı.
Sonunda Kafka, Berlin'e dönmeden önce oyuncak bebeği (bir tane satın aldı) geri getirdi.
"Hiç bebeğime benzemiyor," dedi kız.
Kafka, bebeğin yazdığı bir başka mektup daha verdi: "Seyahatlerim beni değiştirdi." Küçük kız yeni bebeği kucakladı ve onunla mutlu bir şekilde evine gitti.
Bir yıl sonra Kafka öldü.
Yıllar sonra, bir yetişkin olan kız, bebeğin içinde bir mektup buldu; mektupta şöyle yazıyordu:
"Sevdiğin her şey muhtemelen kaybolacak, ama sonunda sevgi başka bir şekilde geri dönecek."

(F.Kafka)

04 Temmuz 2020

Kobra Etkisi




İngilizler Hindistan’da egemenliği ele geçirirler ancak çok büyük bir sorunla karşılaşırlar. O dönemde bölgede çok fazla kobra yılanı vardır ve İngiliz askerleri büyük zayiat vermeye başlarlar.

Bunun üzerine İngiliz Hükümetinin aklına dahiyane bir fikir gelir. Her bir ölü KOBRA yılanı getirene 1 STERLİN verileceği duyurulur.

Bunun üzerine halk kobra yılanlarını öldürmeye ve öldürdükçe sterlinleri toplamaya başlar.

Kampanya sonucunda doğada yılan azalır ve ölümler oldukça düşer. Ancak gelirleri azalan Hintliler aykırı bir strateji geliştirerek kobra yılanı üretim çiftlikleri kurmaya başlarlar. Böylece sterlinleri toplamaya devam ederler.

Öyle bir zaman gelir ki, İngiliz Hükümeti düşündüğünden çok daha fazla maliyeti nedeniyle kampanyayı sona erdirilerek kobra yılanlarına ödeme yapmayı durdurulur.

Buna kızan halk, bu sefer kurmuş oldukları çiftliklerdeki kobra yılanlarını serbest bırakır ve ilkinden çok daha kötü sonuçların ortaya çıkmasına neden olur.

Bu olay, KOBRA ETKİSİ olarak da tanımlanmaktadır. Yani bir sorunu düzeltmek için bulunan çözümün, problemi daha da içinden çıkılamaz haline getirmesi durumu.

Siz de zaman zaman bu durumu yaşıyorsunuz değil mi?

02 Temmuz 2020

Şekillendirme


Bir Alman, bir İtalyan, bir Fransız ve bir İngiliz aralarında köpeğe hardal yedirmek konusunda iddiaya tutuşurlar.
Alman önceliği alır, hardalı topak yapar ve köpeğin ensesinden tutarak zorla ağzına tıkar... Hayvanın ağzı yandığı için hardalı yemez ve çıkarır...
İtalyan hemen atılır, öyle olmaz der ve hardalı makarna şeklinde ufak parçalar halinde bölerek, köpeğe yedirmeğe çalışırsa da hayvanın ağzı yine yandığından o da başaramaz...
Fransız da, konuya kendi açısından yaklaşarak, hardalı önce sulandırıp, sos olarak köpeğe yedirmek için uğraşırsa da bu uygulama ile de bir sonuç alamaz...
Sıra İngilize geldiğinde, İngiliz, önce köpeği okşayarak yanına çeker, sırtını sıvazlar, sonra, hardalı topak yaparak hayvanın poposuna yapıştırır. Köpek ardı yandıkça başlar hardalı yani arkasını yalamaya, kısaca, canı yandıkça yalar, yandıkça yalar ve sonuçta yalaya yalaya hardalı bitirir...

Akıllı ülkeler, hedef ülkeleri istedikleri çizgide tutabilmek için onlara hardalı öyle yedirirler ki, o ülkeler neyi yediklerinin (?) farkına vardıklarında iş işten çoktan geçmiş olur!

Öğrenme psikolojisinde en akıllı yol, söylenilmek istenileni, yine kendi hasmına söyletebilmek- yedirebilmektir... Ancak bunu yaparken de amaçlanan görüşü, hasmın kendi görüşü haline getirmek hünerini gösterebilmektir... Kısaca sonuca ulaşıldığında, hasım neyi yediğinin farkına bile varmamalıdır...

İpe Un Sermek

  Vakti zamanında Anadolu’nun bir köyünde tembelliğiyle nam salmış bir adam yaşarmış. Bu adam, ne zaman bir iş verilse türlü bahanelerle o i...