16 Şubat 2021

Little Red Hen

 



ABD ve İngiltere’de ilkokul çocuklarına okutulan, Rus kökenli bir halk masalı var.

Kırmızı İbikli Küçük Tavuk.

Kırmızı ibikli küçük tavuk, gezinirken buğday tanesi bulur, o buğdayı tarlaya ekebilmek için çiftlikteki öbür hayvanlardan yardım ister, hiçbiri yardım etmez, kırmızı ibikli küçük tavuk mecburen iş başa düştü der, kendisi eker, kendisi büyütür, kendisi hasat eder, kendisi değirmene taşır, kendisi un yapar, neticede ekmek yapar. Mis gibi ekmek kokusu etrafa yayılır. Kırmızı ibikli küçük tavuk “beraber yiyelim mi?” diye sorar. O hiç yardım etmeyen öbür hayvanların ağzı sulanır, “eveeeet yiyelim” derler. Kırmızı ibikli küçük tavuk acı acı gülümser, “yok öyle yağma” der, bir lokma bile vermez.

Bu masalı okuyan Amerikalı, İngiliz ve Rus çocuklar kıssadan hisse çıkarırlar, ders alırlar, çalışmayana, üretmeyene, karnını doyurmak için başkasından medet umana ekmek mekmek olmadığını kavrarlar.

E herkes çocuk değil tabii.

Büyüklerin de okuması için bu masalın bir başka versiyonu var.

Küreselleşme karşıtı aktivistler tarafından revize edildi, UNICEF’in sitesinde yayınlandı... Ki, büyükler de anlasın!

Kırmızı ibikli küçük tavuk, gezinirken buğday tanesi bulur, o buğdayı tarlaya ekebilmek için çiftlikteki öbür hayvanlardan yardım ister.

Ördek “sen buğdayı filan boş ver, sana kahve tohumu satayım, acayip para kazanırsın, istediğin kadar buğday alırsın” der.

Domuz “sen buğday yerine kahve ek, nasıl satarım diye merak etme, ben senin adına pazarlarım” diye seslenir.

Fare iyice cesaretlendirir, “buğdayla uğraşma, kahve ekebilmen için istediğin kadar borç vereyim, ufak ufak ödersin” diye akıl verir.

Kırmızı ibikli küçük tavuğun aklına yatar.

“Kahve üretiminden anlamam ki, nasıl yapacağım” diye sorar.

Ördek “sana gübre satayım, çok çabuk büyür” der.

Domuz “böceklerden korumak için ilaç satayım” diye seslenir.

Fare gene finansal açıdan yaklaşır, “gübre ve ilaç alabilmen için sana istediğin kadar borç vereyim, ufak ufak ödersin” diye akıl verir.

Neticede hasat vakti gelir.

Kırmızı ibikli küçük tavuk “şimdi ben ne yapacağım bu kahveyi” diye sorar.

Ördek “paketlemek için benim fabrikama getirebilirsin” diye akıl verir.

Domuz “kusura bakma, herkes kahve ekti, fiyatlar acayip düştü, senin kahve beş para etmez” diye seslenir.

Fare ise “borcunu öde artık” der!

Kırmızı ibikli küçük tavuk, ibiğini kaptırdığını fark edince...

“Aç kaldım, ekmek verecek yok mu” diye ağlar.

Ördek “ekmek kolay da, alacak paran var mı” diye sorar.

Domuz “herkes kahve ekti, buğday karaborsaya düştü, kusura bakma, istersen ekmek yapman için sana ithal buğday tohumu satayım” der.

Fare ise avukatıyla gelir, “borcuna karşılık tarlanı haczetmek zorundayım, uslu tavuk olursan artık benim olan tarlamda yevmiyeyle çalışıp buğday yetiştirmene izin veririm” diye akıl verir.

Şimdilerde maalesef, kırmızı ibikli küçük tavuk, eskiden kendisine ait olan tarlada ırgat olarak çalışıyormuş.

Yevmiyeyi almaya gittiğinde, ördek, domuz ve farenin aslında senelerdir şirket ortağı olduklarını öğrenmiş.

Böyle bu işler.

Dünyanın en bereketli topraklarına sahip olan, kendi kendine yeten yedi mucizevi ülkeden biri olan Türkiye’yi, kırmızı ibikli küçük tavuğa çevirdiler... 

(Alıntı)

06 Şubat 2021

Gyges'in Yüzüğü

 


Platon'un devlet kitabında anlattığı bir efsaneye göre; Kraliyet çobanlarındanolan Gyges bir gün hayvanları otlattığı çayırda uyurken sarsılarak uyanır.Uyandığında hayvanlarının yakınında büyük bir yarık olduğunu görür ve merakla o tarafa doğru yönelir.Sarsıntıyla oluşan yarıktan içeri girince karşısına tunçtan yapılmış dev bir at heykeli ile karşılaşır, üstü açık olan at heykelinin içinde bir iskelet vardır. Gyges merakla iskeleti incelerken, parmağında bir yüzük olduğunu fark eder ve alır.Yarıktan çıkan Gyges hayvanları da alır ve Saraya döner...

Krallığın her zaman Çobanları toplayıp hesapları gördüğü mecliste Gyges, sıkıntıdan yeni bulduğu yüzükle ilgilenir, parmağında çevirdiğ yüzüğün taşı ters yöne bakınca Gyges birden ortadan kaybolur, görünmez olmuştur. Gyges birden yüzüğün tılsımını fark eder, işin güzel tarafı; tekrar yüzükle oynayınca yeniden görünür hale gelir....

Gyges, artık tılsımlı bir yüzüğe sahiptir, güç ona geçmiştir bir kere...

Gyges bunu kendince; kendine iyi şartlar edinmek için kullanır ve gizlice saraya girip çıkarak önce Kraliçe'yi baştan çıkarır,sonra da onun yardımıyla Kralı öldürüp yerine geçer...

Gyges’in yüzüğü gibi kişiyi görünmez yapan iki yüzüğümüz olsa ve birini doğru adamın, diğerini de yanlış adamın parmaklarına taksak ne olurdu” diye soruyor Platon…

Ve şöyle devam ediyor: “Bunlar her istediklerini korkmadan alacak, istedikleriyle düşüp kalkacak, canları kimi isterse onu öldüreceklerdir.”

Ardından da şu soruyu sorar;  “Eğer böyle bir yüzüğe sahip olsaydık, ahlaklı kalmaya devam edebilir miydik?”

Şimdi tekrar “Devlet” e dönelim…

“Çoban zengin ve güçlü olmuştur olmasına ama bundan hiçbir fayda sağlamamıştır. Kral da olsa mutlu olamamıştır. Çünkü adalet, değerler sisteminin temelinde yer alır. Ancak adil insan mutlu olabilir. Adaletsiz bir davranış, her durumda vicdani mekanizmayı harekete geçirecek ve mutluluğu engelleyecektir. Güçlü ve zengin olunsa da mutlu olunamayacaktır. Yani çoban aslında zarardadır. Onu görünmezlik yüzüğü bile mutlu edemez” diyor Platon...


*Bu durumda insanlar kötülük yapmadığı sürece “iyi” sıfatı kazanıyor. Adalet  gerçekten de hem devletin hem de insanın kişisel mutluluğunun temeli…


*Platon - “Devlet...”

*Chirstian Friederich Hebbel- “Gyges ve Yüzüğü...”

(Resim: Temsili)

Sedef Dinkçi

31 Ocak 2021

Kuyuya Düşen Eşek

    Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.

Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.

En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten
kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar
verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne
olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!
Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.

19 Ocak 2021

İnsanları Tanımak

Dostoyevski bir toplantıda yüksek sesle okuduğu bir şiir nedeniyle Çar tarafından Sibirya’da hapse mahkum edilir. Hapis cezasını bitirdikten sonra anılarını kaleme aldığı “Ölüler Evinden Anılar” adlı kitabı yazar. Kitapta, hapishanedeki hayatından önce insanları tanıdığını sandığını ama yanıldığını burada anladığını belirtir. Yazar, “kara halk” olarak tanımladığı bu kitleyle karşılaştıktan sonra insanları çözümlemeye ve kendi iç dünyasının derinliklerine inmeye başlar.

Dostoyevski hapishanedeki bir köpeğin yanından geçen her mahkum tarafından tekmelendiğini gözlemler. Köpek mahkumlardan kaçmadığı gibi yanına bir mahkum yaklaştığında eğilerek tekmelenme pozisyonu almaktadır. Dostoyevski bir gün köpeğin yanına yaklaşıp başını okşar. Köpek şaşkın şaşkın ona bakarak hızla yanından uzaklaşır ve acı acı havlamaya başlar. O günden sonra köpek Dostoyevski’yi her gördüğünde ondan kaçar.
Ruhu köleleştirilmiş bu köpek sevgiye açtır. Bu durum insanlar için de geçerlidir. Hayatları boyunca haksızlığa ve kötü davranışlara uğramış sevgiye aç insanlar, iyi bir davranışla karşılaştıklarında nasıl davranacaklarını bilemezler. Bazen kötü davrandığınız insanlar size tapar, bazende iyi davrandıklarınız sizden nefret eder. Böyle insanların gözünde onları aşağılamanız onlar için bir beklentidir. Sizi gözlerinde yüceltirler. Eşit ve iyi davrandığınızda ise onların gözündeki değeriniz birdenbire düşer..
Dostoyevski / Ölüler Evinden Anılar

10 Ocak 2021

Doğruluk



Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur. 

Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi...

*İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır. Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:

– Son sözün nedir?

Der ki:

– Ben Allah’a inanıyorum, O beni kurtaracaktır. Allah... Allah... Allah...

Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur. Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:

– Onu serbest bırakın; Allah sözünü söylemiş ve onu korumuştur. 

Böylece papaz idam edilmekten kurtulur... *Sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:

– Demek istediğin en son söz nedir?

Der ki:

– Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum. Adalet... Adalet... Adalet...

Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala durur...

Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:

– Adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.

Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur...

Sıra fizikçiye gelir. Ona da 

– Son sözünü söyle derler

Der ki:

– Ben ne Allah’a inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim.. Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.

Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece fizikçinin başı bedeninden kopar..


Toplumdaki "düğümler" ve sorunlara işaret edip gerçekleri söylemenin acı sonuçları olabilir!..

Gerçeği söylemeye cesareti olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır..

28 Aralık 2020

Korku Öldürür

 

Tüccarın biri bir gün yolda Veba'yla karşılaşır.

Endişeyle Veba'ya bakar ve "Nereye gidiyorsun?" diye sorar. Veba, "Bağdat'a" diye yanıtlar. “Kaç kişinin canını alacaksın?” diye tekrar sorar Tüccar. Veba, “Çok değil, sadece 5 bin kişi” der. Aradan zaman geçer ve Tüccar yolda yine Veba'yı görür. Fakat duymuştur ki Bağdat'ta vebadan dolayı 60 bin kişi ölmüştür. “Bana 5 bin kişiyi öldüreceğini söylemiştin. Oysa sen 60 bin cana kıymışsın” diye hiddetlenir Veba'ya. Veba ise gayet sakin ve kendinden emin, “Ben 5 bin kişi öldürdüm. Geriye kalanı korkudan öldü.”

Muhtar Çakmağı

Köyün birine eski zamanda bir çakmak getirmişler, çakmak o kadar kıymetli ki sağı-solu yakmaması, yanlış işlerde kullanmaması için güvenilir birine teslim etmek gerekiyormuş. Köylüleri toplayıp bu ateş aletini kime verelim diye sormuşlar, köylüler de muhtarı salık vermiş, ihtiyaç duydukça alır, ateşimizi yakarız, demişler.

Muhtar çakmağı alınca -ateşin sahibi- olarak giderek saygınlığı artmış, etrafında dalkavuklar, yağcılar toplanmaya başlamış. Saygı arttıkça muhtarın kibri de büyümüş.

Etrafından daha çok saygı, daha çok korku beklemeye başlamış. Ateşi kendine verenin köylüler olduğunu unutmuş. Dalkavukların da tahrikleri ile ateşi baskı ve korkutmak için kullanmaya başlamış, kiminin evini, kiminin tarlasını yakmış.

Tarlalar sürülemez, evler yaşanamaz hale gelmiş. Muhtarın baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmaya başlamışlar. Ticaret durmuş, köye gelen çerçilerin ayağı kesilmiş, çevre köyler gelişirken muhtarın köyü giderek gerilemiş.

Muhtarın köylülerinden biri kendileri gerilerken, çevre köylerin niçin geliştiğini merak edip çevre köylerden birine gitmiş. Oradaki zenginliği, bağı bahçeyi görünce sormuş;

- Sizde çakmak yok mu?

- Köylüler; var, demişler,

- Peki sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız, bahçeniz yanmadan nasıl böyle kaldı, bizim köyde her şey tarumar oldu?

- Köylüler; yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz?

- Evet, muhtara verdik,

- Eyvah! büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye verilir mi?

- Siz öyle yapmadınız mı?

- Hayır, biz öyle yapmadık, biz gövdesini bir kişiye verdik, çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini de başkasına verdik.

Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri yanlış bir şey yapmaya kalksa, ötekiler izin vermiyor.

- Desenize biz hepsini bir kişiye vermekle kendi kendimizi yakmışız

(M.Antrs)

Hiç Kimse Görmek İstemeyen Biri Kadar Kör Olamaz!

  Yatırıldığı akıl hastanesinde ölü olduğuna inanan, bu nedenle de yemek yemeyen ve hiçbir yaşamsal faaliyete katılmayan bir akıl hast...