08 Nisan 2021

Dolmayan Çanak

Bir gün haşmetli bir kral, hayatının mutsuz bir döneminde, maiyeti ile şehirde bir sabah yürüyüşüne çıkar. Derken, insanlar arasında bir dilenci görür, haline azap ve elem duyarak yanına yürür.

“Dilenci! Dile benden, ne dilersen! Bir kereliğine, dileğini yerine getireceğim.”

Meğer dilenci alelade bir biri değil, kralın çocukluğunda öğretmenliğini yapan ve bazı gerçekleri söylediği için saraydan atılan akıl hocasıdır. Son bir ders vermek istemektedir kendisini tanıyamayan kralına.

"Majesteleri, affedersiniz,saygısızlık olarak algılamayınız ama büyük konuşuyorsunuz. Sizin de gerçekleştiremeyeceğiniz dilekler,bazı şeyler olabilir."

Kral gururuna yedirememiş ve öfkelenmiş:

"Sen kimsin ki bana bunu söylüyorsun be adam! Ben kudretli bir kralım,her şeyi yapabilirim. Sen dileğini söyle de gör bakalım gerçekleştirebiliyor muyum?"

“Nasıl isterseniz kralım o zaman elimde tuttuğum bu çanağı servetle doldurunuz."

Kral hemen vezirlere buyurmuş, vezirler yanlarındaki büyük keselerden çanağa altın dökmeye koyulmuşlar. Ne var ki,çanak altınla doldukça aynı anda boşalıyor,içerisine dökülen altınları yok ediyormuş. Altınlar, elmaslar, yakutlar ve zümrütler derken gümüşler ve bakır sikkelerle kral elindeki bütün hazinesini çanağa hırsından döktürmüşse de nafile! Çanak yine karşılarında yeni altınlar beklercesine bomboş duruyormuş.Kral sonunda mağlubiyeti kabul ederek "Sen kazandın dilenci. Çanağı dolduramadık. Ama sana bir sorum var, bu çanak neden yapılmış? Yani hammaddesi nedir ki?"

Dilenci sorulmasını beklediği soru karşısında gülümseyerek ve vakur bir biçimde cevap vermiş, "Bu çanak, insanoğlunun istek ve ihtiyaçlarından yapılmıştır.İnsan,hiçbir zaman sahip olduğuyla yetinmez, hedeflediği ve hayal ettiği her şeyi elde ettiği anda, zihni onu unutur, uzaklaştırır ve yeni istekler ve ihtiyaçlar yaratır kendine. İnsan aklı, mükemmel bir hizmetkar olsa da berbat bir efendidir.Bu yüzden, mutluluğu zihnine inanarak dışarıdaki isteklerinde arayan insanoğlu asla tam olarak mutlu olamaz.Bu yüzden,sizden dileğim, mutluluğu kendi içinizde aramanızdır."

Mutluluk uzak bir tepenin üzerindeki güzel rayihalarla bezeli gül bahçeleri içinde inşa edilmiş bir sırça köşk değildir. Mutluluk hayat yolunun atomu olan ve ismine "an" dediğimiz en küçük zaman dilimlerinin,yani gerçekte var olmayan o sırça köşke giden yolun ta kendisidir.

Bir söz vardır: "Öldükten sonra unutulmak istemiyorsan,ya okunmaya değecek bir şeyler yaz, ya da yazmaya değecek bir şeyler yap…"

“İyi geçirilmiş bir günün,mutlu bir uyku getirmesi gibi, iyi yaşanmış bir hayat da mutlu bir ölüm getirir.”

Leonardo Da Vinci

01 Nisan 2021

Yamyam Fare


Genelde eski gemicilerin bildiği bir hikâyedir:

Eskiden fareleri yok etmek için İngiliz gemilerinde uygulanan bir metodtur.

Bir tane fareyi canlı olarak yakalayıp boş bir tenekeye koyarlar ve günlerce aç bırakırlar. Sonra birgün yakaladıkları küçük bir fareyi bu farenin yanına koyarlar. 

Günlerce aç kalmış olan fare yeni koyulan fareyi yer. 

Sonra bir daha bir daha derken yamyam bir fare elde ederler.

Bu fare artık iyice de semirmiş ve kuvvetlenmiş olur. 


Sonra bu fareyi geminin içine salarlar, şimdi ortada tebdil kıyafet gezen güçlü kuvvetli bir yamyam fare vardır ve bu fare rahatlıkla diğer farelerin yanına sokulur ve yakaladığını yer. 

Böylece gemi farelerden temizlenir.

Bir nesli yok etmek için uyguladıkları bu metodu, şimdi içimize eğitilmiş, semirmiş, beyni yıkanmış, yamyam fareler sokularak, bizi de yok etmek için kullanıyorlar. 

16 Şubat 2021

Little Red Hen

 



ABD ve İngiltere’de ilkokul çocuklarına okutulan, Rus kökenli bir halk masalı var.

Kırmızı İbikli Küçük Tavuk.

Kırmızı ibikli küçük tavuk, gezinirken buğday tanesi bulur, o buğdayı tarlaya ekebilmek için çiftlikteki öbür hayvanlardan yardım ister, hiçbiri yardım etmez, kırmızı ibikli küçük tavuk mecburen iş başa düştü der, kendisi eker, kendisi büyütür, kendisi hasat eder, kendisi değirmene taşır, kendisi un yapar, neticede ekmek yapar. Mis gibi ekmek kokusu etrafa yayılır. Kırmızı ibikli küçük tavuk “beraber yiyelim mi?” diye sorar. O hiç yardım etmeyen öbür hayvanların ağzı sulanır, “eveeeet yiyelim” derler. Kırmızı ibikli küçük tavuk acı acı gülümser, “yok öyle yağma” der, bir lokma bile vermez.

Bu masalı okuyan Amerikalı, İngiliz ve Rus çocuklar kıssadan hisse çıkarırlar, ders alırlar, çalışmayana, üretmeyene, karnını doyurmak için başkasından medet umana ekmek mekmek olmadığını kavrarlar.

E herkes çocuk değil tabii.

Büyüklerin de okuması için bu masalın bir başka versiyonu var.

Küreselleşme karşıtı aktivistler tarafından revize edildi, UNICEF’in sitesinde yayınlandı... Ki, büyükler de anlasın!

Kırmızı ibikli küçük tavuk, gezinirken buğday tanesi bulur, o buğdayı tarlaya ekebilmek için çiftlikteki öbür hayvanlardan yardım ister.

Ördek “sen buğdayı filan boş ver, sana kahve tohumu satayım, acayip para kazanırsın, istediğin kadar buğday alırsın” der.

Domuz “sen buğday yerine kahve ek, nasıl satarım diye merak etme, ben senin adına pazarlarım” diye seslenir.

Fare iyice cesaretlendirir, “buğdayla uğraşma, kahve ekebilmen için istediğin kadar borç vereyim, ufak ufak ödersin” diye akıl verir.

Kırmızı ibikli küçük tavuğun aklına yatar.

“Kahve üretiminden anlamam ki, nasıl yapacağım” diye sorar.

Ördek “sana gübre satayım, çok çabuk büyür” der.

Domuz “böceklerden korumak için ilaç satayım” diye seslenir.

Fare gene finansal açıdan yaklaşır, “gübre ve ilaç alabilmen için sana istediğin kadar borç vereyim, ufak ufak ödersin” diye akıl verir.

Neticede hasat vakti gelir.

Kırmızı ibikli küçük tavuk “şimdi ben ne yapacağım bu kahveyi” diye sorar.

Ördek “paketlemek için benim fabrikama getirebilirsin” diye akıl verir.

Domuz “kusura bakma, herkes kahve ekti, fiyatlar acayip düştü, senin kahve beş para etmez” diye seslenir.

Fare ise “borcunu öde artık” der!

Kırmızı ibikli küçük tavuk, ibiğini kaptırdığını fark edince...

“Aç kaldım, ekmek verecek yok mu” diye ağlar.

Ördek “ekmek kolay da, alacak paran var mı” diye sorar.

Domuz “herkes kahve ekti, buğday karaborsaya düştü, kusura bakma, istersen ekmek yapman için sana ithal buğday tohumu satayım” der.

Fare ise avukatıyla gelir, “borcuna karşılık tarlanı haczetmek zorundayım, uslu tavuk olursan artık benim olan tarlamda yevmiyeyle çalışıp buğday yetiştirmene izin veririm” diye akıl verir.

Şimdilerde maalesef, kırmızı ibikli küçük tavuk, eskiden kendisine ait olan tarlada ırgat olarak çalışıyormuş.

Yevmiyeyi almaya gittiğinde, ördek, domuz ve farenin aslında senelerdir şirket ortağı olduklarını öğrenmiş.

Böyle bu işler.

Dünyanın en bereketli topraklarına sahip olan, kendi kendine yeten yedi mucizevi ülkeden biri olan Türkiye’yi, kırmızı ibikli küçük tavuğa çevirdiler... 

(Alıntı)

06 Şubat 2021

Gyges'in Yüzüğü

 


Platon'un devlet kitabında anlattığı bir efsaneye göre; Kraliyet çobanlarındanolan Gyges bir gün hayvanları otlattığı çayırda uyurken sarsılarak uyanır.Uyandığında hayvanlarının yakınında büyük bir yarık olduğunu görür ve merakla o tarafa doğru yönelir.Sarsıntıyla oluşan yarıktan içeri girince karşısına tunçtan yapılmış dev bir at heykeli ile karşılaşır, üstü açık olan at heykelinin içinde bir iskelet vardır. Gyges merakla iskeleti incelerken, parmağında bir yüzük olduğunu fark eder ve alır.Yarıktan çıkan Gyges hayvanları da alır ve Saraya döner...

Krallığın her zaman Çobanları toplayıp hesapları gördüğü mecliste Gyges, sıkıntıdan yeni bulduğu yüzükle ilgilenir, parmağında çevirdiğ yüzüğün taşı ters yöne bakınca Gyges birden ortadan kaybolur, görünmez olmuştur. Gyges birden yüzüğün tılsımını fark eder, işin güzel tarafı; tekrar yüzükle oynayınca yeniden görünür hale gelir....

Gyges, artık tılsımlı bir yüzüğe sahiptir, güç ona geçmiştir bir kere...

Gyges bunu kendince; kendine iyi şartlar edinmek için kullanır ve gizlice saraya girip çıkarak önce Kraliçe'yi baştan çıkarır,sonra da onun yardımıyla Kralı öldürüp yerine geçer...

Gyges’in yüzüğü gibi kişiyi görünmez yapan iki yüzüğümüz olsa ve birini doğru adamın, diğerini de yanlış adamın parmaklarına taksak ne olurdu” diye soruyor Platon…

Ve şöyle devam ediyor: “Bunlar her istediklerini korkmadan alacak, istedikleriyle düşüp kalkacak, canları kimi isterse onu öldüreceklerdir.”

Ardından da şu soruyu sorar;  “Eğer böyle bir yüzüğe sahip olsaydık, ahlaklı kalmaya devam edebilir miydik?”

Şimdi tekrar “Devlet” e dönelim…

“Çoban zengin ve güçlü olmuştur olmasına ama bundan hiçbir fayda sağlamamıştır. Kral da olsa mutlu olamamıştır. Çünkü adalet, değerler sisteminin temelinde yer alır. Ancak adil insan mutlu olabilir. Adaletsiz bir davranış, her durumda vicdani mekanizmayı harekete geçirecek ve mutluluğu engelleyecektir. Güçlü ve zengin olunsa da mutlu olunamayacaktır. Yani çoban aslında zarardadır. Onu görünmezlik yüzüğü bile mutlu edemez” diyor Platon...


*Bu durumda insanlar kötülük yapmadığı sürece “iyi” sıfatı kazanıyor. Adalet  gerçekten de hem devletin hem de insanın kişisel mutluluğunun temeli…


*Platon - “Devlet...”

*Chirstian Friederich Hebbel- “Gyges ve Yüzüğü...”

(Resim: Temsili)

Sedef Dinkçi

31 Ocak 2021

Kuyuya Düşen Eşek

    Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.

Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.

En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten
kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar
verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne
olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!
Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.

19 Ocak 2021

İnsanları Tanımak

Dostoyevski bir toplantıda yüksek sesle okuduğu bir şiir nedeniyle Çar tarafından Sibirya’da hapse mahkum edilir. Hapis cezasını bitirdikten sonra anılarını kaleme aldığı “Ölüler Evinden Anılar” adlı kitabı yazar. Kitapta, hapishanedeki hayatından önce insanları tanıdığını sandığını ama yanıldığını burada anladığını belirtir. Yazar, “kara halk” olarak tanımladığı bu kitleyle karşılaştıktan sonra insanları çözümlemeye ve kendi iç dünyasının derinliklerine inmeye başlar.

Dostoyevski hapishanedeki bir köpeğin yanından geçen her mahkum tarafından tekmelendiğini gözlemler. Köpek mahkumlardan kaçmadığı gibi yanına bir mahkum yaklaştığında eğilerek tekmelenme pozisyonu almaktadır. Dostoyevski bir gün köpeğin yanına yaklaşıp başını okşar. Köpek şaşkın şaşkın ona bakarak hızla yanından uzaklaşır ve acı acı havlamaya başlar. O günden sonra köpek Dostoyevski’yi her gördüğünde ondan kaçar.
Ruhu köleleştirilmiş bu köpek sevgiye açtır. Bu durum insanlar için de geçerlidir. Hayatları boyunca haksızlığa ve kötü davranışlara uğramış sevgiye aç insanlar, iyi bir davranışla karşılaştıklarında nasıl davranacaklarını bilemezler. Bazen kötü davrandığınız insanlar size tapar, bazende iyi davrandıklarınız sizden nefret eder. Böyle insanların gözünde onları aşağılamanız onlar için bir beklentidir. Sizi gözlerinde yüceltirler. Eşit ve iyi davrandığınızda ise onların gözündeki değeriniz birdenbire düşer..
Dostoyevski / Ölüler Evinden Anılar

10 Ocak 2021

Doğruluk



Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur. 

Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi...

*İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır. Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:

– Son sözün nedir?

Der ki:

– Ben Allah’a inanıyorum, O beni kurtaracaktır. Allah... Allah... Allah...

Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur. Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:

– Onu serbest bırakın; Allah sözünü söylemiş ve onu korumuştur. 

Böylece papaz idam edilmekten kurtulur... *Sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:

– Demek istediğin en son söz nedir?

Der ki:

– Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum. Adalet... Adalet... Adalet...

Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala durur...

Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:

– Adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.

Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur...

Sıra fizikçiye gelir. Ona da 

– Son sözünü söyle derler

Der ki:

– Ben ne Allah’a inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim.. Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.

Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece fizikçinin başı bedeninden kopar..


Toplumdaki "düğümler" ve sorunlara işaret edip gerçekleri söylemenin acı sonuçları olabilir!..

Gerçeği söylemeye cesareti olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır..

İpe Un Sermek

  Vakti zamanında Anadolu’nun bir köyünde tembelliğiyle nam salmış bir adam yaşarmış. Bu adam, ne zaman bir iş verilse türlü bahanelerle o i...