Dostoyevski bir toplantıda yüksek sesle okuduğu bir şiir nedeniyle Çar tarafından Sibirya’da hapse mahkum edilir. Hapis cezasını bitirdikten sonra anılarını kaleme aldığı “Ölüler Evinden Anılar” adlı kitabı yazar. Kitapta, hapishanedeki hayatından önce insanları tanıdığını sandığını ama yanıldığını burada anladığını belirtir. Yazar, “kara halk” olarak tanımladığı bu kitleyle karşılaştıktan sonra insanları çözümlemeye ve kendi iç dünyasının derinliklerine inmeye başlar.
19 Ocak 2021
İnsanları Tanımak
10 Ocak 2021
Doğruluk
Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur.
Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi...
*İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır. Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:
– Son sözün nedir?
Der ki:
– Ben Allah’a inanıyorum, O beni kurtaracaktır. Allah... Allah... Allah...
Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur. Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:
– Onu serbest bırakın; Allah sözünü söylemiş ve onu korumuştur.
Böylece papaz idam edilmekten kurtulur... *Sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:
– Demek istediğin en son söz nedir?
Der ki:
– Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum. Adalet... Adalet... Adalet...
Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala durur...
Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:
– Adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.
Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur...
Sıra fizikçiye gelir. Ona da
– Son sözünü söyle derler
Der ki:
– Ben ne Allah’a inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim.. Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.
Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece fizikçinin başı bedeninden kopar..
Toplumdaki "düğümler" ve sorunlara işaret edip gerçekleri söylemenin acı sonuçları olabilir!..
Gerçeği söylemeye cesareti olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır..
28 Aralık 2020
Korku Öldürür
Tüccarın biri bir gün yolda Veba'yla karşılaşır.
Endişeyle Veba'ya bakar ve "Nereye gidiyorsun?" diye sorar. Veba, "Bağdat'a" diye yanıtlar. “Kaç kişinin canını alacaksın?” diye tekrar sorar Tüccar. Veba, “Çok değil, sadece 5 bin kişi” der. Aradan zaman geçer ve Tüccar yolda yine Veba'yı görür. Fakat duymuştur ki Bağdat'ta vebadan dolayı 60 bin kişi ölmüştür. “Bana 5 bin kişiyi öldüreceğini söylemiştin. Oysa sen 60 bin cana kıymışsın” diye hiddetlenir Veba'ya. Veba ise gayet sakin ve kendinden emin, “Ben 5 bin kişi öldürdüm. Geriye kalanı korkudan öldü.”
Muhtar Çakmağı
Köyün birine eski zamanda bir çakmak getirmişler, çakmak o kadar kıymetli ki sağı-solu yakmaması, yanlış işlerde kullanmaması için güvenilir birine teslim etmek gerekiyormuş. Köylüleri toplayıp bu ateş aletini kime verelim diye sormuşlar, köylüler de muhtarı salık vermiş, ihtiyaç duydukça alır, ateşimizi yakarız, demişler.
Muhtar çakmağı alınca -ateşin sahibi- olarak giderek saygınlığı artmış, etrafında dalkavuklar, yağcılar toplanmaya başlamış. Saygı arttıkça muhtarın kibri de büyümüş.
Etrafından daha çok saygı, daha çok korku beklemeye başlamış. Ateşi kendine verenin köylüler olduğunu unutmuş. Dalkavukların da tahrikleri ile ateşi baskı ve korkutmak için kullanmaya başlamış, kiminin evini, kiminin tarlasını yakmış.
Tarlalar sürülemez, evler yaşanamaz hale gelmiş. Muhtarın baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmaya başlamışlar. Ticaret durmuş, köye gelen çerçilerin ayağı kesilmiş, çevre köyler gelişirken muhtarın köyü giderek gerilemiş.
Muhtarın köylülerinden biri kendileri gerilerken, çevre köylerin niçin geliştiğini merak edip çevre köylerden birine gitmiş. Oradaki zenginliği, bağı bahçeyi görünce sormuş;
- Sizde çakmak yok mu?
- Köylüler; var, demişler,
- Peki sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız, bahçeniz yanmadan nasıl böyle kaldı, bizim köyde her şey tarumar oldu?
- Köylüler; yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz?
- Evet, muhtara verdik,
- Eyvah! büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye verilir mi?
- Siz öyle yapmadınız mı?
- Hayır, biz öyle yapmadık, biz gövdesini bir kişiye verdik, çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini de başkasına verdik.
Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri yanlış bir şey yapmaya kalksa, ötekiler izin vermiyor.
- Desenize biz hepsini bir kişiye vermekle kendi kendimizi yakmışız
(M.Antrs)
03 Aralık 2020
Dert de Ne ki
Kadın sabah kalkmış, aynaya bakmış ve kafasında yalnız üç tel saç görmüş. “Hım, demiş galiba bugün saçımı örgü yapacağım.”
Öyle de yapmış, günü de harika geçmiş.
Ertesi gün kalkmış, aynaya bakmış, kafasında iki tel saç kalmış. “Hım, demiş, bugün saçımı ikiye ayıracağım."
Dediğini de yapmış, harika bir gün geçirmiş.
Bir ertesi gün yine kalkmış, aynaya bakmış, kafasında tek tel saç var. “Tamam, tamam demiş “artık bugün atkuyruğu yaparım."
Öyle de yapmış ve çok çok güzel bir gün geçirmiş.
Daha bir ertesi gün aynaya baktığında, kafasında bir tek tel bile kalmamış. “Wow! diye bağırmış. Bugün saç derdim yok.”
Kimse bilmez başkasının ne yaşadığını, kimine paranoyaklık gelir, kimine abartı.
Oysa ki; Tanıdığın herkes kendi savaşını yaşamakta zaten.
Sana göre basit, yaşayana göre acı...
(Alıntı)
27 Kasım 2020
Çakal Peşinde
Sütçünün süt çanağını devirmiş, sütü de içmiş, Fırıncının tezgâhından ekmeği kapmış yemiş, nihayet bir kasabın vitrininden kocaman bir but kapıp bir güzel mideye indirmiş...
Çakalın ve etin kokusunu alan kasabanın tüm köpekleri toplanmış, çakalı yakalamak için ardı sıra koşturmuşlar.
Çakal önde, köpekler de arkada, amansız bir kovalamaca koşuşturmaca başlamış ama bir süre sonra, sütçünün köpeği yorulup takibi bırakmış.
Bir müddet daha geçince de bu sefer fırıncının köpeği, çakalı takibi bırakmak zorunda kalmış.
En son, kasabanın çıkışına yakın bir yerde kasabın köpeği de pes etmiş ve yorgunluktan dili bir karış dışarıda geriye dönmüş.
Çakalın arkasında kala kala bir tek demircinin köpeği kalmış. Çakal önde demircinin köpeği arkada ısrarlı bir kovalamaca devam ederken ve kasabadan çıkılıp kırlara varıldıktan sonra da tepelere doğru çıkılmaya başlanmışken çakal dayanamamış, durmuş ve demircinin köpeğine öfkeyle seslenmiş;
“Yahu arkadaş, sütçünün sütünü içtim tamam, fırıncının ekmeğini yedim o da tamam, hadi kasabın etini kaptım ama buna rağmen onlar bile pes etti peşimi bıraktı da, Lan ben demirciye ne yaptım ki bir türlü ayrılmıyorsun peşimden?”
İşte, Çakalın anlamadığı:
Demircinin köpeği menfaat peşinde değil, sadece adalet peşinde.
Çakalın kafasındaki sistem karşılıklı menfaate dayalı bir kapitalist sistem... Demircinin köpeğindeki ise, evrensel hukuk... “Seni cezalandırmam için bana zarar vermen şart değil. Sen, başkalarına zarar verdiğin için suçlusun.” diye düşünüyor demircinin köpeği...
O yüzden hikayedeki çakallar, demircinin köpeği gibi yalnızca hak peşinde koşanları asla anlayamayacak ve aptalca bulacaklardır. Ama demircinin adalet bekçileri de her zaman var olacaktır...
17 Kasım 2020
Deliler Ülkesi
Ertesi sabah, herkes kuyudan su çekip içer, hepsi de delirir. Yalnızca kraliyet ailesi, kendilerine ait özel bir kuyudan su çektiklerinden, sihirbaz da o kuyuyu zehirlemeyi beceremediğinden, delirmezler. Tabii kral çok kaygılanır, halkının sağlığını ve güvenliğini sağlamak için bir dizi emir verir. Ancak polisler ve müfettişler de halkın içtiği sudan içmiş olduklarından, kralın emirlerini saçma bulur, uygulamazlar.
Ülkede yaşayanlar kralın emirlerini duyduklarında onun çıldırdığına inanırlar, hep birlikte şatosunun önünde toplanıp tacını ve tahtını bırakması için gösteriler yaparlar. Umutsuzluk içindeki kral tahtından inmeye hazırlanırken kraliçe ona engel olarak der ki "Gel biz de o kuyunun suyundan içelim, o zaman biz de onlar gibi oluruz."
Ve öyle yaparlar: Kral ile kraliçe de cinnet suyunu içip anında saçma sapan konuşmaya başlarlar. Bu durumda halk taşkınlığından dolayı pişman olur; öyle ya madem kral bu kadar bilgece konuşuyor, onu alaşağı etmenin bir anlamı yoktur.
Ülkede barış ve huzur yeniden hüküm sürer, bu halk komşularından epeyce farklı bir hayat tarzı benimsemiştir, ama kral ölümüne dek ülkesini yönetebilmiştir."
(Veronika Ölmek İstiyor, Paulo Coelho)
Başka Açıdan Bakmak
Sokrates diyor ki: Ben gençken erken kalkmaktan hoşlanmazdım ve annem bu davranışımdan nefret ederdi. Çünkü bir gün beni zengin bir tüccar...
-
Derslerimde anlattığım bilgi hakimiyeti teorisinin bir yönünü daha akademik ve ayrıntılı olarak incelemek isteyenlere aşağıdaki yazı ve ...
-
Oğul; “İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, gün batarken ölürler. Unutma ki dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük göster...
-
Yıl 1917 İngiliz General Stanley, Irak'ta bir çobana rastladı. Tercüman vasıtasıyla çobana dedi ki; - Eğer sürüdeki köpeğini öldürürse, ...