12 Haziran 2020 Cuma

Bir İnsana Ne Kadar Toprak Yeter?


Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” adlı kitabından çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü:
Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır.
Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir.
Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar yürüyerek ya da koşarak ulaştığın bütün yerler senindir fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. Seni başladığın yerde görmek istiyorum. Yoksa bütün hakkını kaybedersin.” der.
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir arazi dikkatini çeker orayı da almak için koşmaya başlar.
Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Vakit epey geçmiş. Daha hızlı koşar, koşar, ama artık kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden yaşanmıştır.
Pahom’un cenazesinden sonra reis mezarın başında durur ve şöyle der:
“Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

Hükm-ü Karakuşî



Selahaddin-i Eyyûbi devrinde önemli görevler ifa eden ve vezir ve aynı zamanda kadılık da yapan Bahaüddin Karakuşî isimli bir devlet adamı varmış. Bununla birlikte Bahaüddin Karakuşî yolsuzlukları ile de ünlüymüş... Karakuşî kadı olarak sadece yanlış değil hep abuk sabuk hükümler de verirmiş ve bundan dolayı da Karakuşî’nin verdiği hükümlere de ‘’Hükm-ü Karakuşî’’ denirmiş. Günümüzde de - gerçi genç hukukçular pek bilmez ama - mahkemelerin verdiği abuk sabuk kararlara ‘’Hükm-ü Karakuşî’’ derler.


Kadı Bahaüddin Karakuşî’ye atfedilen bir hikâye:

Hükm-ü Karakuşî ve Bir Hırsız

Hırsız bir evi gözüne kestirmiş, etrafı kolaçan etmiş. En iyisi balkondan girmek demiş. Gece bastırınca bahçeye dalmış, balkona tırmanmaya başlamış... Bir adım, bir adım daha, tam çıkmak üzere, balkonun korkuluğu kırılıp kopmuş. Hırsız düşüp ayağını kırmış...

Sabah olunca, hırsız doğru kötü ve abuk, sabuk hükümleriyle (Hükm-ü Karakuşî) meşhur "Karakuş Kadı"ya gitmiş, halini göstermiş: "Kadı efendi, ben soymak için eve girecektim, fakat balkon korkuluğu çürük çıktı, koptu. Ben de düşüp ayağımı kırdım!" demiş.

Kadı da pek anlamamış: "Eeee ne istiyorsun, şimdi seni hırsızlığa teşebbüsten içeri atayım mı?" diye sormuş. Adam da, "hayır kadı efendi, bir dinleyin.” Bunun üzerine Karakuşî Kadı, "anlat bakalım!" demiş.

Hırsız başlamış anlatmaya; "Ev sahibinden davacıyım, eğer balkonun korkuluğunu sağlam yaptırsaydı, ben de düşüp ayağımı kırmazdım... Tamam hırsızlık suç ama, cezası balkondan düşüp ayak kırmak değil!"

Karakuşî Kadı keyiflenmiş, tam ona göre bir dava, çağırmış ev sahibini: "Be adam, niçin evinin balkonunu sağlam yaptırmıyorsun? Korkuluk sağlam olsaydı bu adam düşüp ayağını kırmazdı!"

Ev sahibi şaşırmış: "Aman efendim, balkonun korkuluğunu Marangoz Ahmet usta yaptı. Çürük yaptıysa benim günahım ne?"

Kadı efendi, hemen Marangoz Ahmet Ustayı çağırın demiş, Marangoz gelmiş. Sorgu suale çekilmiş ve başlamış anlatmaya; "Efendim ben balkonun korkuluğunu çakarken yoldan yeşil başörtülü bir hanım geçiyordu. Başörtüsü o kadar güzel yeşile boyanmıştı ki, herhalde gözüm ona daldı. Çiviyi boşa çakmış olacağım!" demiş.

Kadı emretmiş: "Hemen o yeşil başörtülü kadını bulup getirin!" demiş. Kadıncağız gelmiş, tir tir titriyor: "Kadı efendi, benim günahım ne? Ben başörtüsünü, boyasın diye boyacıya verdim, o boyadı!"

Sıra boyacıya gelmiş; kadı sorguya çekmiş: "Ulan, başörtülerini böyle göz alıcı renge boyuyorsun, marangozun gözü başörtüsüne takılıyor, çiviyi boşa çakıyor. Balkona tırmanmaya çalışan hırsız düşüp ayağını kırıyor!" Boyacı verecek cevap bulamayınca, kadı da hükmünü vermiş: "Götürün bu herifi asın!"

Biraz sonra cellat gelmiş: "Kadı efendi, bu boyacıyı boyu sehpaya uzun geldiği için asamıyorum!"

Kadı elini sarığına dayamış, çözüm bulmuş: "Git, kısa boylu bir boyacı bul, onu as!"


Hükm-ü Karakuşî gerçekte kimdir?

Bir rivayete göre Karakuşî, asıl adı Ebu Said Bahaüddin bin Abdullah Esedî (Kısaca Said Bahaattin) olan bir kimsedir. Kadı Karakuş’un ölüm tarihi 1200’dir...

Selahattin Eyyubî’nin veya onun kardeşi Sirkûh’un kölesi iken, her ne meziyeti var ise, yükselmiş ve önemli mevkilere gelmiştir. Karakuşî’nin önemli hizmetleri, başarılı işleri de olmuş... Akka’da valilik yapmış, orada Haçlılara esir düşünce Selahaddin-i Eyyûbi onu, on bin altın fidye ödeyerek kurtarmış. Kahire’ye kale, yol, köprü, han, çeşme gibi eserler bırakmış. Fakat iyi bir eğitimi olmadığı, devlet yönetiminde tecrübesiz ve garip bir yaratılışa sahip olduğu için zaman zaman keyfi, sert, tuhaf ve yanlış hükümler verirmiş.

Necdet Rüştü Efe ‘’Türk Nüktecileri’’ (Nebioğlu Yayınevi) isimli kitabında ‘’Hükm-ü Karakuşî’’yi şöyle anlatır (s.131-133):

‘’Bunlar kanun, örf gelenek ve hatta tabiat dışında karar altına alınmaya çalışılmış öyle hükümlerdir ki; bu mantıksızlık karşısında, mahkûmun müdafaa cehtini (gayretini, çabasını) daima hayrete çevirmiştir. Yüzyıllar boyunca, bazı keyfi manasızlıklara nazire olarak gösterilen bu tuhaf hükümler; Anadolu’da doğup, yaşlılığında Mısır’da Selahadin-i Eyyûbi maiyetinde emirlik ve kadılık yapmış olan Karakuşî’ye aittir. Yedi yüz elli önce yaşamış olan bu zat halis Türk’tür.’’

‘’Hükm-ü Karakuşî’’ denilen bu safça ve abuk sabuk verilen hükümler aslında Selahattin Eyyubi’nin veziri Bahaüddin Karakuşî’yi yıpratmak için rakibi Esad bin Memmati tarafından yazılmış "Kitab el Faşuş fi Ahkami Karakuş" isimli uydurma mahkeme kararlarına dayanmaktadır.

Nur Yüzlü İhtiyar Kuyumcuda

Nur yüzlü ihtiyar bir adam şeyh edasıyle kuyumcuya girdi.  Kuyumcu saygıyla karşıladı. İhtiyar dedi ki: -Ben senin sevabınım..! Kuyumcu güld...