15 Ekim 2020 Perşembe

Zamanı Unutturacak Dostluklar

Üç arkadaş Balikesir tren istasyonuna gitmişler. İçlerinden biri gişeye yaklaşıp bilet almış ve trenin kalkmasına ne kadar zaman olduğunu sormuş...

- Bir saat on beş dakika...

Arkadaşlarına dönmüş;

- Daha çok var, hadi gidip şu karşıki kafede çay içelim.. Oradan buradan derken laf lafı açmış... Birden tren düdüğüyle kendilerine gelmişler. Koşarak dışarı fırlamışlar ama, nafile...Tren kaçmış..

Sormuşlar; -Sonraki tren ne zaman?

- Bir buçuk saat sonra...

Yine dönmüşler kafeye. Yine çay yine laf ve derken yine düdük sesi... Koşmuşlar ama bu defa da treni kaçırmışlar.

Bir saat sonra bir tren daha varmış.

Dönmüşler kafeye.. Ama bu kez uyanık duruyorlar.

Trenin sesini duyar duymaz kalkmışlar koşmaya başlamışlar.

- İçlerinden biri bir vagona, diğeri başka vagona zar zor yetişmiş...

Üçüncüsü ise geride kalarak yetişememiş...

Bir süre nefesini toparladıktan sonra başlamış katıla katıla gülmeye.

Durumu gören istasyon memuru dayanamayıp sormuş ;

-Hem treni kaçırdın hem gülüyorsun !

*-NASIL GÜLMEYEYİM?*

*ONLAR BENİ UĞURLAMAYA GELMİŞTİ*

Zamanı unutturacak dostlarınız ve hep gülecek bir bahaneniz olsun 😊

Japon ve Türk Kürek Ekibi

 


Türk ve Japon şirketleri arasında bir kürek yarışı düzenlenmesine karar verildi. 

Japonların takımında,

8 kişi kürek çekiyor, 

1 kişi dümencilik yapıyordu.


Türk Takımında ise,

2 kişi kürek çekiyor, 

3 kişi şeflik 

3 kişi müdürlük yapıyor 

1 kişi de dümeni kullanıyordu.


Her iki takım da, performanslarını en üst düzeyine varabilmek için uzun ve zorlu bir hazırlık döneminden geçti.

Büyük gün geldi ve iki takım da, kendini hazır hissediyordu. 

Japonlar yarışı bir kilometre farkla kazandılar. 


Yarış sonrası Türk takımı çok sarsılmıştı. 

Türk şirket yönetimi yarışın açık farkla kaybedilmesinin nedeninin bulunmasına karar verdi. 

Yapılan araştırmalar, analizler ve uzun çalışmalar sonucu düzenlenen raporlara göre hata bulundu ve çözüm önerisi getirildi. 

Çözüm olarak yönetimdeki düzeni güçlendirmek ve koordinasyonu güçlendirmek için 1 genel müdür atandı ve sandaldaki ağırlığı dengelemek için kürekçi sayisi da 1 e indirildi. 


Japonlara yeni bir yarış teklif etme kararı alındı.

9 kişilik Türk takımı Japonlarla bir yarış yapmak üzere yeniden yapılandı.


Japonların takımında,

8 kişi kürek çekiyor, 

1 kişi dümencilik yapıyordu.


Türk Takımında ise yeni yapılanma şekli şöyleydi: 

1 Genel Müdür 

3 Müdür 

3 Dümen Şefi 

1 Dümenci 

1 Kürekçi. 


İkinci yarışı Japonlar iki kilometre arayla kazandılar. 

Tepesi atan Türk şirketi yönetim kurulu hemen harekete geçti. 


Yarışın kaybedilmesinden sorumlu tutulan kürekçi kovuldu müdürlere ve diğer personele sorunun çözümüne olan katkılarından dolayı ikramiye verildi.

14 Ekim 2020 Çarşamba

Kim Demiş Tarih Sıkıcıdır Diye: Temizlik Kültürü

Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün;

1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:

İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu.

Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı . 

Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. 

Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. 

Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu. 

Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. 

İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. 

Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, bö cekler) çatıda yaşıyordu. 

Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. 

İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. 

Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. 

Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.

Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır.

Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. 

Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. 

Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'thresh hold' (saman tutan; Türkçesi eşik) idi.

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu... 

Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. 

Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. 

Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. ' Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük' (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. 

Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı.

Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. 

Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna 'yağ çiğnemek' (chew the fat) adı veriliyordu.

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. 

Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bundan sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.

Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı . 

Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. 

Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.

Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. 

İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.

Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. 

Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. 

Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.

İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. 

Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. 

Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. 

Buna mezarlık nöbeti 'graveyard shift') denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur ('saved by the bell') bazıları da 'ölü zilci' (dead ringer) olurdu.

Gerçekler bunlar:

Ortaçağda Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. 

Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı. Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia' da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.

Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü. Fransa krallarından 14. Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü.

1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti. 

19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti...

Dr. Ali Erkan Balcı

13 Ekim 2020 Salı

Olumlu Israr: Bambu Ağacının Yetişmesi

Çinliler bambu ağacını şöyle yetiştirir:

Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.Ve, nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.

Akla gelen ilk soru şudur: Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı yoksa beş yılda mı ulaşmıştır? Bu sorunun cevabı Tabii ki beş yıldır. Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?… 

Bir başarının şartları her zaman çok basittir:

- Bir süre için çalışın,

- Bir süre tahammül edin,

- Her zaman inanın,

- Ve hiçbir zaman geri dönmeyin.

Evet Ama, Yapıcam, Keşke, İyi ki Yaptım Mahalleleri

Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış. Birinci mahallede “Evet ama” lar yaşıyormuş. “Evet ama” lar ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise “evet, ama” diye yanıtlarlarmış. Ve yanıtları hep yanlış olurmuş. Suçu başkalarına atmakta da ustaymış bu mahalle sakinleri.

İkinci mahallede “Yapıcam” lar yaşarmış. Bu insanlar gerçekten ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış ama tam yapacakları sırada yapma şanslarını çoktan kaçırdıklarının farkına varırlarmış.
“Yapıcam”lar mahallesinin insanlarının hepsinin dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş. Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.
Üçüncü mahallede yaşayan “Keşke”cilerin hayatı algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlermiş ama… her şey olup bittikten sonra. “Keşke”cilerin de hep başları kanarmış, duvarlara vurmaktan!
Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise “İyi ki yaptım”lar otururmuş.
“Keşke”ciler bu güzel evlerin arasında yürüyüşe çıkar, bu güzel evlere, ağaç gölgelerinin altında oynayan çocuklara hayranlıkla bakarlarmış.
“Yapıcam”lar “Keşke”cilerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.
“Evet ama”lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğmadığından şikayet ederlermiş.
“İyi ki yaptım” mahallesi ne istediğini bilen ve yapmak için gereken disipline sahip olan insanlardan oluşuyormuş. Bu insanların kusuru(!) beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış.
Başarı başarıyı getirir. Küçük başarılar size güç verir ve büyük başarıları getirir.
Engelleri aşma yeteneğinize güvenin.
Bugün küçük bir başarıya hazırlanın. Başarınızın keyfini yaşayın.
Bugün olabileceğinizin en iyisi olun. Kendinizin en iyi versiyonu olun. Şu anda içinizde birçok kendi versiyonunuz var.
Kişilere, olaylara ve güne göre farklı versiyonlarınızı “ben” olarak sunuyorsunuz.
Bazı versiyonlarınızdan hoşnut, bazılarından değilsiniz. Kızgınlıkla kontrolü kaybettiğiniz versiyonunuzdan memnun değilsiniz. Kızgınlığınızı doğru zaman ve yerde kullandığınız, bu duygunun enerjisini azme, yaratıcılığa, üretkenliğe dönüştürdüğünüz versiyonunuzdan memnunsunuz.
En iyi versiyonunuz, üzerine bilgi ve deneyim eklenerek, her geçen gün daha en iyi versiyonunuz olacaktır.
Başarının basamaklarının neresindesiniz?
Şimdi sayacaklarımı dikkatle okuyun.
Yapamam… Yapmam… Ne yapacağımı bilmiyorum… Keşke yapabilseydim… Belki yapacağım… Yapacağım… Belki yapabilirim… Yapabilirim… Yapıyorum… YAPTIM.
Edison’a ampulü keşfetmeden önce, başarısız olduğu 999 deneme için ne hissettiğini sormuşlar. Edison şaşırmış: “999 başarısızlık mı? Hayır! Işığa kavuşamamanın 999 yolunu keşfettim o kadar.”
Bir öğrenci okulu bırakmaya karar vermiş. Öğretmenine derslerden çok sıkıldığını söylemiş. Öğretmeni onu okulda kalması için ikna etmeye çalışıyormuş.
“Okuldan vazgeçemezsin genç adam. Tarihte yer alan büyük önderler hedeflerinden vazgeçmedikleri için hatırlanıyorlar. “Thomas Edison, Steven Spielberg, Marie Curie, Simone de Beauvoir, İsmail Çokgören…”
Öğrenci Şaşırmış, “İsmail Çokgören de kim?”
“Gördün mü?” demiş öğretmen, “Onu tanımıyorsun. Çünkü o hedefine ulaşmaktan çabuk vazgeçti.”
Her birimiz yaşamın öğrencisiyiz. Öğreniyoruz, gelişiyoruz, huzur, mutluluk ve başarı istiyoruz.
Rüyalarınızı gerçekleştirmek için;
• Karamsar ortamlardan, kötü arkadaşlardan, kötümser insanlardan, zararlı alışkanlıklardan uzak durun.
• Kendinize inanın. Önce siz inanın. Siz inandığınız ölçüde inandırıcı olursunuz.
• Olayları geniş açıdan görmeye özen gösterin. Zekanın bir tanımı da, yeni olay ve koşullara kolaylıkla adapte olabilme yeteneğidir. Bu da esnek ve geniş bakış açısına sahip olmakla mümkündür.
• Kendinizi karşınızdaki insanın yerine koyun. Empati yeteneğini geliştirmiş insan, öncelikle insan olmayı başarmış demektir.
• Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyleri başkasına yapmayın. Bu altın kural, gerçek başarının temelidir.
• Asla vazgeçmeyin! Koşullara ve sizi engellemeye çalışanlara boyun eğmeyin!
• Bugün anın hazzını yaşayın. Dün geçmişte kaldı. Yarın ise henüz gelmedi.
• Arkadaşlarınızdan oluşan aileniz sizin gizli hazinenizdir. Değerini bilin.
• Sizden beklenenden fazlasını verin. Fedakarlık yaparak değil, size deneyim kazandırdığı, öğrenmenin ve bilmenin hazzını yaşattığı için.
• Sizi yolunuzdan döndürmek isteyenlere aldırmayın. Ama yapıcı eleştirileri de can kulağı ile, kızmadan dinleyin. Hepimizin başkalarından öğreneceği çok şey var.
• Deneyin, deneyin, deneyin! Başlangıçta size zor gelen şey gittikçe kolaylaşacaktır. İlk direksiyonun başına geçtiğiniz günü hatırlıyor musunuz? Ya şimdi arabayı nasıl kullanıyorsunuz?
• Önce kendinizi sevin. Bencilce değil, kendinize saygı duyarak sevin. Yaşamınızı bu saygıyı duyacak şekilde sürdürün. Siz kendinize saygı duymazsanız başkaları niye duysun? Unvanınıza, konumunuza vb. duyulan sahte saygıyla, kişiliğinize duyulan saygıyı ayırt edin.
• Yalan söylemeyin, aldatmayın, çalmayın. Evet biliyorum, bütün bunları yapıp büyük maddi kazançlar sağlayan nice insan var. Geçici sahte başarılar, size gerçek, kalıcı mutluluk ve başarı getirmez, özsaygınızı götürür. Siz aldatan, çalan, yalan söyleyen bir insana saygı duyar mısınız? Ona güvenir misiniz?
• Gözünüzü açın. Olayları görmek istediğiniz gibi değil, olduğu gibi görebilmek başkalarının size duyduğu saygıyı ve güveni artırır.
• Başkalarını anlamak için önce kendinizi anlayın. Bu bir süreçtir. Kendimizi tanımak, zaaflarımızla yüzleşme cesaretiyle, başkalarının gözüyle kendimizi görebilmekle ve potansiyelimizin, yeteneklerimizin farkına varmakla mümkün.
• Yaşamınızın sorumluluğunu üstlenin. Bu sorumluluk size özgürlük getirir.
• İsteklerinizi önce hayalinizde canlandırın. Altınızdaki sandalyenin modeli bile önce biri tarafından hayal edildi. Karşınıza çıkan olanakları hemen değerlendirin.
• Yaşamınızın sorumlusu sizseniz, beğenmediğiniz yerlerini değiştirebilirsiniz. Sorumlusu başkalarıysa değiştirebilme gücünden de yoksunsunuz demektir. Sorumluluk özgürlük, sorumsuzluk bağımlılık getirir.
• Çabanızı yeterli bulsanız da daha fazlasını yapın. İçinizdeki potansiyel öylesine sınırsız ki! Daha fazla çaba, daha fazla potansiyelin ortaya çıkmasıdır.
• Hatalarınızdan ders alın. Kendinizi ya da başkalarını niçin suçluyorsunuz, ne yapmamanız gerektiğini öğrendiniz, fena mı?
• Bedelsiz hiçbir şey yoktur. Bedelsiz sandığımız şeylerin bedelini sağlığımızı yitirmekle, zamanımızı yitirmekle, özsaygımızı yitirmekle, onurumuzu yitirmekle, hayatın anlamını yitirmekle, amacımızı yitirmekle, ruhumuzu yitirmekle öderiz.

Yaşam Cesurları Sever, Nil Gün

Püf Noktası

Ustayım diyenlere...

Vaktiyle testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkân açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona: “Sen daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor.” dermiş. Kalfa bir gün dinlememiş ustasını ve açmış dükkânını.
Açmasına açmış ama yeni dükkânında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlamış. Kalfa ne yaptıysa bir türlü bu çatlamaların önüne geçememiş. Nihayet ustasına gidip durumu anlatmış. Usta: “Sana demedim mi evladım, sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Haydi geç bakalım tezgâhın başına da ben de sana püf noktasını göstereyim” demiş.
Eski çırak merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta önünde dönen çanağa arada sırada “PÜF!” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatmış.
Bir konunun incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra 'PÜF NOKTA’sı denilmeye başlanmış.

Eşekle Tartışma


Ormanda eşekle tilki anlaşmazlığa düşmüşler. Eşek, renk körüymüş ve yediği otun kahverengi olduğunu söylüyormuş. Tilki de ısrarla 'O ot yeşil.' diyormuş. En sonunda kavga etmeye başlamış ve mahkemelik olmuşlar. Eh, ormanda hakim kim?

Aslan. Ormanlar kralı onları dinlemiş ve demiş ki:

- Tilki haklı. O ot yeşildir.

Tilki sevinip eşeğe dönmüş.

- Bak, gördün mü?

Aslan tilkiye demiş ki:

- Hemen sevinme. Cezayı sana verdim.

- Nasıl olur efendim? Hani ben haklıydım?

- Haklısın ama cezayı eşekle tartıştığın için verdim: Bir daha eşekle tartışma.

Nur Yüzlü İhtiyar Kuyumcuda

Nur yüzlü ihtiyar bir adam şeyh edasıyle kuyumcuya girdi.  Kuyumcu saygıyla karşıladı. İhtiyar dedi ki: -Ben senin sevabınım..! Kuyumcu güld...