18 Aralık 2010 Cumartesi

Piliç Olayı


Olay: Bir piliç, bir yolda karşıdan karşıya geçer.

Soru: Piliç neden karşıdan karşıya geçti?

Ve cevaplar:


Eflatun: İyiliği için geçti; çünkü gerçek öteki taraftadır.

Aristo: Karşıdan karşıya geçmek pilicin doğasıdır.

Marx: Geçmesi tarihsel olarak kaçınılmazdı.

Freud: Pilicin karşıya geçmesiyle ilgilenmeniz, sizdeki güçlü bir güvensizlik duygusunu ele vermektedir.

 Einstein: Pilicin yolun karşısına geçmesi, ya da yolun pilicin ayakları altında yer değiştirmesi, sizin bakış açınıza bağlıdır ve tamamen izafidir.

Ve Türk erkeği: Piliç sarışın mı, esmer mi?

25 Kasım 2010 Perşembe

Nişan Alan Eşek

    Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, memlekette bir padişah varmış. Tanrı göstermesin, anlatılmaz bir kıtlık baş göstermiş. Bir zamanlar yediği önünde, yemediği ardında, bir eli yağda bir eli balda olan insanlar, bir dilim kuru ekmeğin yoksunu olmuşlar.

    Padişah bakmış ki kıtlık halkı kırıp geçirecek, bunu önleyici bir çıkar yol aramış. Sonunda, memleketin dört bir yanına, sokak sokak, köşe bucak çığırtkanlar salmış. Çığırtkanlar Padişah fermanını şöyle bağırırlarmış:

    - Ey ahali!.. Duyduk duymadık demeyin!... Her kimin devlete bir hizmeti, vatana bir yararlığı olmuşsa, koşup saraya gelsin! Padişahımız efendimiz onlara nişanlar verecek!..

  İnsanlar, açlığı, yokluğu, derdi, borcu, harcı unutup, Padişahtan nişan almak sevdasına düşmüşler.

  Padişahta yapılan hizmetin büyüklüğüne göre çeşit çeşit nişanlar varmış. Birinci dereceden altın yaldızlı nişan, ikinci dereceden altın suyuna batmış nişan, üçüncü dereceden gümüş kaplama nişan, dördüncü dereceden demir nişan, beşinci dereceden kalaylı nişan, altıncı dereceden çinko nişan, yedinci dereceden teneke nişan...

  Gelen giden nişan alıyormuş. Artık öyle olmuş, öyle olmuş ki, nişan yapmaktan Padişahın memleketinde hurda demir, çinko, teneke kalmamış. Fincancı katırının boynundaki çangur çungur sallanan cam boncuklar nasılsa, körük gibi şişirilen göğüsler üzerinde de nişanlar, işte öyle sallanmaya başlamış.

   İnsanların göğüslerinde şangur şungur nişanların sallandığı, Padişahın kim gelirse nişan dağıttığını duyan bir inek de,
   -  "Nişan asıl benim hakkım!" diyerek bir nişan almayı aklına koymuş.

   Açlıktan bir deri bir kemik, böğrü böğrüne çökmüş, kaburgası omurgasına geçmiş inek koşa koşa sarayın kapısına gelmiş. Kapıcıbaşıya,
    - Padişaha haber verin! demiş. Bir inek kendisini görmek istiyor. Başlarından savmak istemişlerse de,
    - Padişahı görmeden, bu kapıdan bir adım atmam!... diye böğürmeye başlayınca, Padişaha,
    - Efendimiz, kullarınızdan bir inek huzurunuza çıkmak istiyor... demişler.

 Padişah,
    - Gelsin bakalım, bu da nasıl bir inekmiş... diye ineği huzuruna çağırıp,
    - Böğür bakalım, ne böğüreceksin?... diye sormuş,

 İnek de,
    - Sultanım, demiş, duyduğuma göre nişanlar dağıtıyormuşsun. Ben de nişan almak istiyorum.
    Padişah,
    - Hangi hakla? diye bağırmış. Sen ne yaptın. Memlekete nasıl bir yararlılığın dokundu ki sana nişan verelim?...

    O zaman inek,
    - Efendimiz! diye söze başlamış. bana nişan verilmesin de kimlere verilsin? Ben daha insanlara ne yapayım? Etimi yersiniz, sütümü içersiniz, derimi giyersiniz. Gübremi bile bırakmaz kullanırsınız. Teneke bir nişan için, daha ne yapayım?

    Padişah, ineğin isteğini haklı bulmuş. İneğe ikinci dereceden bir nişan verilmiş. Boynunda nişanı, inek sevinçten oynaya oynaya saraydan dönerken katırla karşılaşmış.
    - Selam inek kardeş!
    - Selam katır kardeş!
    - Nedir bu sevincin? Nereden gelirsin böyle? İnek her şeyi bir bir anlatmış. Padişahtan nişan aldığını da söyleyince katır da coşmuş.

   O coşkunlukla doğru dörtnala saraya varmış.
    - Padişahımız efendimizi göreceğim!.. demiş.
    - Olmaz!.. demişler.

    Ama, babadan kalma inatçılığı ile katır art ayaklarıyla saray kapısında direnince, Padişaha durumu iletmişler. Padişah,
    - Gelsin bakalım, katır kulum da... demiş.

Katır huzura varınca, bir katır selamı verip, el etek öptükten sonra, nişan istediğini söylemiş Padişah sormuş:
    - Sen ne yaptın ki nişan istiyorsun?

    - A hünkarım, daha ne yapayım? Savaşta topunuzu, tüfeğinizi sırtımda taşıyan ben değil miyim? Barışta çoluğunuzu çocuğunuzu arkamda götüren ben değil miyim? Ben olmazsam, işiniz temelli bitiktir.

    Katırı da haklı bulan Padişah,
    - Katır kuluma da birinci dereceden bir nişan verilsin!... diye ferman eylemiş.

    Katırda bir sevinç bir sevinç, dörtnala saraydan dönerken eşekle karşılaşmış. Eşek,
    - Selam yeğenim!... demiş. Katır,
    - Selam amcabey!.. demiş.
    - Nereden gelip, nereye gidersin? Katır başından geçenleri anlatınca,
    - Dur öyle ise, padişahımıza gider, bir nişan da ben alırım!.. diye dörtnala saraya koşmuş.

 Saray koruyucuları, deh demişler, çüş demişler, eşeği bir türlü atlatamayınca Padişaha varıp,
    - Eşek kulunuz gelmiş, huzura çıkmak ister! demişler. Eşeği kabul buyuran Padişah,

    - Ne dilersin ey eşek kulum?.. deyince,

Eşek de dilediğini bildirmiş. Padişah, canı burnuna gelip kükremiş:

    - İnek eti ile, derisi ile, gübresiyle bu memlekete, bu millete hizmet etti. Katır dersen savaşta, barışta yük taşıdı, bu vatana hizmet etti. A eşek, ya sen ne iş gördün ki, bir de kalkmış eşekliğine bakmadan nişan istersin?.. Utanmadan bir de karşıma gelmişsin. Söyle, ne halt ettin?

    O zaman eşek keyfinden sırıtarak,
    - Aman Padişahım efendim, demiş, size en büyük hizmeti eşek kullarınız yapmıştır. Eğer benim gibi binlerce eşek kulların olmasaydı, hiçbir taht üzerinde oturabilir miydin? Saltanat sürebilir miydin? Dua et biz eşek kullarına ki, bizim gibi eşekler var da, sen de böyle saltanat sürüyorsun.

    Padişah, karşısındaki eşeğin, öyle her eşek gibi teneke nişanla gözü doymayacağını anlamış,

    - Ey eşek kulum, haklısın senin sayende ben bu makamdayım demiş. Senin bu çok yüksek hizmetini karşılayabilecek bir nişanım yok. Sana ölünceye kadar beylik ahırından her gün makarna, bulgur, üzüm hoşafı ve kış aylarında da kömür bağladım..
Ye, yee saltanatım için durmadan anır!..

                                                                                (Aziz NESİN)

Modernleşme Hedefinin Ana Aracı Sivilleşme

    

    Toplumların gönenci ve demokrasinin hayata geçirilebilmesi, bireylerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi ile mümkündür. İndirgemeci bir bakış açısı ile sivilleşme* kavramı ile toparlayabileceğimiz bu olgu, toplumların esas modernleşme/gelişme aracı olmalıdır.
    Olumlu bir kısım örnekleri de olsa;
     -  Modernleşmenin esas dinamiği olması gereken burjuva sınıfının, devlete sırtını dayayarak nemalanması/varlığını sürdürebilmesi,
     -  Çalışanlarının haklarını koruyacak sendikaların, öncelikle "ideolojilerden öte saplantılara" hizmet etmesi,
     -  Toplumlara ufkun ötesini sunacak aydın sınıfının, devletin içinde ve güdümünde üniversitelerde vs. yer yer bilimsel yaklaşımı da terk ederek kişisel menfaatlerinin peşine düşmesi tam bir garabet olarak karşımıza çıkmaktadır.
     Teşbihte hata olmaz. Devlet sisteminde; misalen bir çiftliğin yönetiminin, çiftlik sahiplerince,  baş kahya ve ekibine geçici olarak, her an hesap verilebilecek şekilde vekaleten verilmesi durumu demokrasiye en yakın noktadır. Bu durumda; ulaştırma bakanı şoför,... başbakan baş kahya statüsündedir.

(*) Sivilleşme askerin karşıtı değil militarizmin karşıtıdır. Siviller, askerlerden daha da fazla militarist olabilirler.

İlmi Diyanet mi İlmi Siyaset mi?

            

           Eski günlerin birinde, çok meşhur bir hoca varmış. Bilgisiyle, tecrübesiyle, yetiştirdiği kişiler ile ülkede bilmeyeni yokmuş. Yükselmek, büyük adam olmak isteyen herkes mutlaka bu meşhur hocaya gelip ondan ders alırmış. O’nun ilminden yararlanırmış.
            Devlet adamı olup büyük mevkilere gelmek isteyen bir genç köy delikanlısı bu hocanın ismini duymuş. O’nun ilminden faydalanmak ve ders alabilmek için köyünü terk etmiş. Düşmüş yollara. Aylar sonra hocaya ulaşmış.
            ‘Hocam ne olur beni kabul edin. Beni yetiştirin’ demiş. Hoca ‘İlmi diyanet mi, yoksa ilmi siyaset mi öğrenmek istersin?’ diye sormuş. Köylü, ‘Hocam, ilmi diyanet bana yeter. Ben köyüme dönmek istiyorum.’ demiş.
            Genç köyüne dönmüş. Akrabaları kendisini büyük bir ilgiyle karşılamış. Diyanet konusunda çok derin bilgi sahibi olduğu için, köyün camisine gidip hocanın vaazlarını dinlemek istemiş. Camiye gitmiş. Hocayı dinlemiş. Duyduklarına inanamamış. Hocanın söylediklerinden hiç memnun olmamış. Tam tersine, hocanın söylediği yanlış, uydurma şeyler nedeniyle sinirlenmiş. Bir ara kendini tutamayıp cemaatin içinden yüksek sesle bağırmaya başlamış.
            ‘Söylediklerinin hepsi yanlış. Uydurma. Ne biçim hocasın. İnsanları kandırıyorsun.’ İşte bu sözler üzerine camide bir sessizlik olmuş. Herkes dönüp bu cümlenin geldiği yere bakmış. Hoca da gence dönüp kaşlarını çatmış. İtibari zedelenmesin diye bu sesi susturmak için hoca cemaate dönüp bağırmış.
            ‘Ey cemaat, işte size bahsettiğim münafıklardan bir tanesi de burada, aramızda. Allah’a inanmayan, camiye hakaret eden, hocaya baş kaldıran cehennemlik bir kafir içimizde oturuyor. Tutun onu. Gereken dersi verin. Atın dışarı’ demiş…
            Cemaat genci yakalamış. Tekme tokat ve küfürlerle caminin dışına atmışlar. Her yeri yara bere içinde kalan genç inleye inleye evine dönmüş.
            Aradan birkaç hafta geçtikten sonra genç köylü, meşhur hocaya geri gidip ‘ilmi siyaset’ öğrenmek gerektiğine inanmış. Yeniden yollara düşmüş. Meşhur hocaya ulaşmış. ‘Hocam ben geri geldim. Şimdi bana ilmi siyaset öğretmenizi istiyorum’ demiş.
            Aylar geçmiş. Gencin ilmi siyaset eğitimi tamamlanmış. Genç, hocasının elini öpüp köyüne geri dönmüş. Hemen eskiden dayak yediği camiye gitmiş. Aynı hoca duruyormuş. Eski tas, eski hamam. Aynı hoca yine saçma sapan şeyler söylemiş. Cemaati yanıltan, kandıran ifadeler kullanmaya devam ediyormuş.
            İlmi diyanet’ten sonra ilmi siyaset eğitimini de almış genç köylü, cemaat içinde ayağa kalkmış. Hoca kaşlarını çatıp yine gence bakmış. Cemaat kafalarını çevirip ayaktaki gence dönmüş. Sessizlik olmuş. Genç köylü yüksek sesle cemaate seslenmiş: - ‘Ey cemaat. Bu Hoca efendi çok doğru çok söylüyor. Bu Hoca efendi ne mübarek bir hocadır. Ne yüce bir hocadır. Ey cemaat, her kim bu hoca efendinin bir kılını kopara ve ala, o kişi hiç şüphe yoktur ki cennetin kapısını aralaya…’
            İşte bu sözlerden sonra cemaat bir anda ayağa kalkıp, hoca efendinin üzerine çullanmış. Hocadan bir kıl koparmak isteyen onlarca insanın altında kalan hoca, bir daha o köyde hocalık yapamayacak hâle gelmiş. Genç köylü de, ilmi siyasetin ne kadar güçlü bir silah olduğunu anlamış…
Sizce, ilmi siyaset bilinmeden bu dünyada başarılı olmak mümkün müdür?

Aklını Kullanma Cesaretini Göster

   

    "Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür. Bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapare Aude! Aklını kullanma cesaretini göster! Sözü şimdi aydınlanmanın parolasıdır.

     Doğa, insanları yabancı bir yönlendirilmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmış olmasına karşın (naturaliter maiorennes), tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki, insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici ya da yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. Para harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir; bu sıkıcı ve yorucu işleri başkaları benim yerime üstlenecektir."
                                   Immanuel KANT, Was ist Aufklärung (Aydınlanma Nedir), Cilt 9, s.53

"Herkes", "Birisi", Herhangi Biri" ve Hiç Kimse" Arasında Geçen Hikaye

Yapılması gereken önemli bir iş vardı. Herkes Birisi'nin bu işi yapacağından emindi. Gerçi bu işi Herhangi Biri yapabilirdi. Ama Hiç Kimse yapmadı. Birisi buna çok kızdı. Çünkü iş, Herkes'in işiydi. Herkes, Herhangi Biri'nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu ama Hiçkimse, Herkes'in yapamayacağının farkında değildi.
Sonunda Herhangi Biri'nin yapabileceği bir işi Hiç Kimse yapmadığı için Herkes, Birisi'ni suçladı...




23 Kasım 2010 Salı

Demokrasi

Öğretmen öğrencilere ödev verir: Demokrasi ne demektir?
Akşam yemeğinde öğrenci babasına sorar: - Baba öğretmenimiz ödev verdi... Bana demokrasiyi açıklar mısın?
Baba böbürlenir. Oğlu ona soru sormuştur çünkü.
    -  "Bak oğlum, demokrasi çok geniş kapsamlı bir kelimedir... Önce sana vereceğim bazı terimleri öğren sabah kahvaltıda demokrasiyi açıklayacağım sana."
       "Ben işverenim, annen devlet, sen halksın, hizmetçi işçi, kundaktaki kardeşinde gelecek. Bunları bir öğren önce" der.

    Gece olur yatılır. Kundaktaki kardeşi avaz avaz bağırır, çünkü altını ıslatmıştır. Yatak odasına gider annesini kaldırmak için, ne yapsa annesini uyandıramaz, hizmetçinin kapısını açar ne görsün babası hizmetçiyle yatakta. Çaresiz geri döner odaya, kendisi uğraşır bir türlü beceremez... Öylece yatılır ve sabah kahvaltı edilmek üzere masada toplanılır...
    -  "Oğlum şimdi açıklayabilirim demokrasiyi" der.
    -   "Yooo baba öğrendim ben"...
"Neymiş peki" der baba...

    DEMOKRASİ: Patron işçisini s..., devlet uyuyor, halk panikte, gelecek ise bok içinde... :)


Yönetim Şekilleri, İdeolojiler - İki İnek Metaforu


Sosyalizm: İki ineğin vardır. Hükumet, birini başkasına vermek için senden alır.
Komünizm: İki ineğin vardır. Hükumet her ikisini de senden alır ve sana süt verir.
Faşizm: İki ineğin vardır. Hükumet her ikisini de senden alır ve sana süt satar.
Nazizm: İki ineğin vardır. Hükumet ikisini de alır ve seni kurşuna dizer.
Bürokrasi: İki ineğin vardır. Hükumet ikisini de alır, birini vurur ve öbürünün sütünü de döker.
Kapitalizm: İki ineğin vardır. Birini satarsın ve bir boğa alırsın.
Teokrasi: İki ineğin vardır. Devlet ikisini de alır, sen de süt duasına çıkarsın.
Demokrasi: İki ineğin vardır. İkisi de greve gider.


(Bir başka versiyonu: İdeoloji ve İnekler 🙂
Komünizm
2 ineğin var, devlet ikisini de alır sana süt verir.
Faşizm
2 ineğin var, devlet ikisini de alır sana süt satar.
Sosyalizm
2 ineğin var, birini komşuya verirsin
Nazizm
2 ineğin var, devlet ikisini de alır senii kurşuna dizer.
Bürokrasi
2 ineğin var, devlet ikisini de alır, birini öldürür, sütü satar, kovayı da devirir.
Demokrasi
2 ineğin var, ikisi de greve girer.
Geleneksel Kapitalizm
2 ineğin var. Birini satarsın, yerine bir boğa alırsın. Çiftleştirirsin, çoğalırlar, üretim artar, ekonomi gelişir, insanlara iş kaynağı oluşur, daha sonra hepsini satarsın ve kazandığın parayla emekli olursun.
Amerikan Kapitalizmi
2 ineğin var. Birini satarsın, diğerini dört ineğin verdiği verimlilikte süt üretmeye zorlarsın. Sonra da bir müfettiş görevlendirip ineğin neden öldüğü hakkında soruşturma başlatırsın.
Amerikan Kapitalizmi -2
Hiç ineğin ya da toprağın yok. Geldiğin topraklarda yaşayan yerli halkın %99’unu öldürüp ellerindeki ineklerini, topraklarını, değerli taşlarını alırsın, 100 yıl sonra sağ kalan %1’lik kısmına 2 inek verirsin, çünkü çok medeni ve insan haklarına saygılısındır. Daha sonra yine başka bir ülkedeki yüz binlerce insanı öldürüp ellerindeki inekleri çalarsın, çünkü terörist olma ihtimalleri olduğunu düşünürsün.
Fransız Kapitalizmi
2 ineğin var. Grev yaparsın, bir isyan organize edip yolları kapatır ve zenginlerin arabalarını ateşe verirsin, çünkü 3 inek istiyorsundur.
Japon Kapitalizmi
2 ineğin var. Onları standart bir ineğin 1/10’u boyutunda küçülterek 20 kat fazla süt üretebilecekleri şekilde yeniden tasarlarsın. Sonra da “İnekomon” adında bir çizgi film uydurarak dünya çapında pazarlarda satışa sunarsın.
Alman Kapitalizmi
2 ineğin var. Genetik mühendislerin gerekli ayarlamaları yapar, böylece hayvanlar 100 yıl yaşar, ayda yalnız 1 kere yemek yer ve kendi kendilerinin sütünü sağıp paketleyebilirler.
İtalyan Kapitalizmi
2 ineğin var, ama nerede oldukları konusunda bir fikrin yok. Öğlen yemeği yemeye karar verirsin.
Rus Kapitalizmi
2 ineğin var. Onları sayarsın ve 5 ineğin olduğunu öğrenirsin. Yeniden sayarsın ve 42 ineğin olduğunu öğrenirsin. Yeniden sayarsın ve 2 ineğin olduğunu öğrenirsin. Yeni bir şişe votka açarsın.
İsviçre Kapitalizmi
5000 ineğin var. Hiçbiri sana ait değil. Ahırlarında bulunan bu ineklerin sahiplerinden kira parası alırsın.
Çin Kapitalizmi
2 ineğin var. Onları sağmakla görevli 300 kişi bulunuyor. Bütün dünyaya ülkendeki işsizlik oranının %0,1 olduğunu ve herkesin tam verimle çalıştığını söylersin. Tersini iddia eden gazeteciyi de hapse atarsın.
Hint Kapitalizmi
2 ineğin var. Onlara taparsın.
İngiliz Kapitalizmi
2 danan var. İkisi de deli…
Irak Kapitalizmi
Herkes 2 ineğin olduğunu düşünüyor. Olmadığını söylersin ama kimse sana inanmaz ve ülkeni bomba yağmuruna tutarlar. Hala ineğin falan yoktur, ama en azından artık “demokrasi”n vardır. Yaşıyorsan.
Yeni Zelanda Kapitalizmi
2 ineğin var. Soldaki oldukça seksi görünüyor...
Avustralya Kapitalizmi
2 ineğin var. İşler yeterince iyi görünüyor… Çiftliği kilitleyip 1-2 bira içmeye gidersin.
İslami Kapitalizm
2 ineğin var. Kurban bayramında kesersin.
Türk Kapitalizmi
2 ineğin var. Hükümet ikisini de elinden alır, kendi akrabalarına paylaştırır, onlar da sana süt satar.
Kore Kapitalizmi
2 ineğin var. Devlet ikisini de alır, sonra da seni sağar.
Romanya Kapitalizmi
2 ineğin var…dı. Çingeneler çalana kadar.
Yunan Kapitalizmi
2 ineğin var. İnekleri üretim yapmak için kullanmaz ama ineklerini korumak bahanesiyle yıllık 2 milyar dolar askeri harcama yaparsın, günün birinde ekonomin batar, Türkleri suçlarsın.
Arap Kapitalizmi
Ülkeni 50 yıldır yöneten bir inek var. O’nu devirmek için isyan çıkarırsın, yerine diğer kapitalist devletlerin onayladığı başka bir inek geçer. Ve seni sağmaya devam ederler.
İspanyol Kapitalizmi
2 ineğin var, ama saat öğlen 12 olmuş, yat uyu.
Küba Kapitalizmi
Herkes sosyalist bir ülkede yaşadığını ve 2 ineğin olduğunu düşünür. Oysa sen Castro cuntasının verdiği 2 ekmek ve 2 şişe soya sütüyle yaşam mücadelesi vermek zorundasındır. Bu sırada tüm ineklerin mutlak hakimi Fidel Castro kaymaklı dondurma yemektedir. Açlıktan ölürsün, herkes samba yapıyorsun sanır.
Moğol kapitalizmi
2 ineğin var. Varsa var, ne olmuş?
Ermeni kapitalizmi
2 ineğin var. Önce çevredeki bütün komşularının ineklerini öldürürsün, sonra inek sahiplerini öldürmeye başlarsın, daha sonra çeteler halinde baskınlar yapıp insanları öldürüp ineklerini çalarsın, bunu engellemeye çalışanları soykırım yapmakla suçlarsın, ardından da bütün ineklerin senin olduğunu ama Türklerin hepsini öldürdüğünü iddia edersin. ASALA diye bir örgüt kurup tek tek Türkleri öldürürsün ve buna rağmen hala çocuk kandırır gibi kendine ırkçı bir soykırım yapıldığını, tamamen suçsuz olduğunu iddia edersin.
Uganda Kapitalizmi
İnek?!?!?
Çomarizm
2 ineğin var, devlet Uruguay'dan Angus getirir.)

Yönetim Dersleri

Yönetim Dersleri 1:
Bir gün bir tavşan, ağaç dalında boş boş oturan baykuşa sordu:
-    Senin gibi bütün gün boş boş oturabilir miyim?
-    Tabii, neden olmasın.
Tavşan da öyle yaptı. Birdenbire  bir kaplan ortaya çıktı ve tavşanı yedi!
DERS:  Boş boş oturmak için  çok çok yüksekte oturuyor olmanız gerek...


Yönetim Dersleri 2:
Hindi: Şu ağacın en üst dalına çıkmak istiyorum ama hiç gücüm yok...
İnek: Neden benim dışkımdan biraz yemiyorsun? Onlar besin deposudur. Hindi bir parça dışkı yedi ve gerçekten bunun ilk dallara ulaşacak kadar enerji verdiğini fark etti.
Ertesi gün biraz daha yedi ve ikinci dala ulaştı.
Birkaç gün sonra ağacın en üstüne çıkmayı başardı.
Aniden bir çiftçi ağacın tepesindeki hindiyi fark etti ve onu vurdu.
DERS: Bok yemek sizi en üste çıkartabilir. Ama orada kalmanızı sağlayamaz...


Yönetim Dersleri 3:
Vücut ilk kez bina edildiğinde  hangi organın müdür olacağı tartışması  başlamış.
Beyin, vücudun bütün işlevlerinin kendisine bağlı olduğunu, o  olmazsa vücudun  yaşayamayacağını söylemiş.
Ağız, yemek yemezse vücudun açlıktan  öleceğini söylemiş.
Eller, dışarıdaki bütün işi yapanın kendisi olduğunu söylemiş.
Birden Döt ortaya atlamış ve müdürün o olması gerektiğini söylemiş.
Bütün organlar ona gülmüş. Buna kızan göt faaliyetlerini durdurmuş. Bir gün, iki
gün derken organlar artık dayanamamışlar.
Ve göt müdür olmuş.
DERS: Müdür olmak için beyne sahip olmanız gerekmiyor. Herhangi bir göt bunu yapabilir.


Yönetim Dersleri 4:
Küçük bir kuş kışı geçirmek  üzere güneye gidiyordu.
Hava çok soğuktu ve  kuş donarak yere düştü.
Yerde öylece yatarken bir inek geldi ve üzerine bir parça dışkı bıraktı.
Donmak üzere olan kuş dışkının sıcaklığıyla ısındı. Çok mutlu oldu, neşe içinde şarkı söylemeye başladı.
Oradan  geçmekte olan bir kedi kuşun sesini duydu. Onun nerede olduğunu keşfetmekte gecikmedi. Kuşu dışkıdan sıyırdı ve yedi!
DERS:   1. Üzerinize bok atan herkes düşmanınız değildir!
              2. Sizi boktan  kurtaran herkes dostunuz değildir!
              3. Bokun içine düştüyseniz çenenizi kapalı tutun!




Tepkilere Göre Teoriler

           Klasik tepki: “Sıraya geç kardeşim.”
           Neoklasik tepki: “Şeker kardeşiiim sıraya geçiver.”
Realist tepki: “Sıra var.”
           Sürrealist tepki: “Sallandıracaksın bunlardan ikisini meydanda bak bir daha yapabiliyorlar mı?”
            Romantik tepki: “Beyefendi galiba sırayı görmediniz.”
            Modern tepki: “Efendim insanımız eğitimsiz. Halbuki Avrupa’da...”
            Postmodern tepki: “Sırana geç lan ayı.”
            Uzlaşımcı tepki: “Aceleci olmasa öne geçmezdi, üzmeyin garibi...”
            Devrimci tepki: “Altyapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek.”
            Kaderci tepki: “İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür.”
            Felsefeci (septik kuşkucu) tepki: “Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir.”
            Kantçı tepki: “Efendim, algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa, adam yok olur.”
            Kötümser Varoluşçu tepki: “Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adam da ölecek.”
            İyimser Varoluşçu tepki: “Sıkmayın canınızı, şu anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor.”
            Hümanist tepki: “İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz.”


Diplomasi

      Adamın biri Afrika'da safariye çıkarken yanına minik köpeğini de almış. Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş. Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor."Simdi başım dertte" diye düşünmüş minik köpek. Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş. Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş; "Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı?" Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanmış.''Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım" diye düşünmüş.
       
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş. Bildiklerini kullanarak bundan sonra leopardan kurtulabileceğini düşünmüş Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış. Leopar çok sinirlenmiş ve maymuna "Atla sırtıma, gidip sunu yakalayalım" demiş. Ancak minik köpek neler olduğunu ve leoparın sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş. "Şimdi ne yapacağım" diye düşünürken, kaçmaya teşebbüs etmemiş. Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek, kemikleri kemirmeye devam etmiş. Tam leopar saldıracakken yine kendi kendine konuşmuş; "Bu aptal maymun nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim hala haber yok!"

       
Diplomasi böyle bir şey işte...


16 Kasım 2010 Salı

Önce Kültür mü Yasa mı?

Anayasa ile, yasalar ile, özgürlük ve ileri demokrasi(?) inşaa edilebilir mi?

"Yasalar insanları özgür yapmaz, yasaları özgür yapacak olan insanlardır."
                                                                                  Henry David THOREAU




Alev

Parlak bir beyazla doğuyor,
Gecenin karanlığında yatan aydan daha parlak.
Kıvrım kıvrım süzülerek sarı başlıyor,
Anaforun döngüsünde sarının bütün tonları.
Kırmızı, alev alev tutuşmuş.
Yeşil tütüyor, mavi tütüyor.
Kendini rüzgâra bırakmış renkler birbirine dolanıyor.
Siyah yedi rengin tonlarını içine çekiyor,
Ejderha misali rüzgârda dans ederek yanıyor.
Kıvılcımlar o sele kapılıyor,
Siyah, sis olup göğe yükseliyor
Ve saydamlaşarak sonsuzluğun mavisinde kaybolup eriyor.


Gazali'den Devlet Başkanlarına Tavsiyeler

      "En iyi başkan, karakter sahibi kimselerin, yönetiminden dolayı rahat ettiği, karaktersizlerin ise korku içinde yaşadıkları kimsedir.
        Kötü başkan ise bunun aksinedir; iyi karakterli insanlar korkulu bir hayat içinde bulunurlarken, kötüler ise istedikleri gibi yaşarlar."
       "Zulümle zafer elde edilemez. Zorla nefes alan kimseden hayat ümit edilemez."


14 Kasım 2010 Pazar

Ağın İçinde

Üstümüzde bir ağ vardı...
Altında ayrı bir dünyadaydık çelişkide.
Dışarıya çıkınca uzaktaydı tan...
Ve o ağın altında gölgedeydik.
Dünya bize yabancıydı, uzaktı...
Çelik kafesli çubuklarla gerilmişti ağımız;
Ağın altında bir araçtaydık.
Esince rüzgar batıdan,
Sallanıyordu üzerimizde büyük örgü,
Ninni gibi geliyordu günbatısının şarkısı,
Sanki bir sandalın içindeydik karada.
Gece soğuktu, yakıcıydı güneş ve toz.
Ağımıza takılıyordu gündüz: Güneş, gece: Mehtap,
Işığı dalga dalga oynaşıyordu yüzümüzde...
Ve türkü söylüyordu Yusuf:
"Özleminle yandım, hey!..."


11 Kasım 2010 Perşembe

Öngörü

"Felaket başa gelmeden önce, onu önleme ve ona karşı savunma çarelerini düşünmek gerekir."
Atatürk


Etkin ve Verimli Yapıda Sağlıklı İletişimin Yeri

Yaşanmış olaylar ve özeleştirinin, işimiz ve kurumlarımız için önemli geri besleme kaynağı olacağını düşünüyorum.
Kurumuna sahip çıkanlar ve işini sevenler, kurumuna olumlu katkıda bulunmak için yapıcı eleştiride bulunur, özeleştiri yapar. Diğerleri olsa olsa dedikodu yapar inancındayım.
Son bölümde yapacağım öneriye giriş olması için yönetim konusunda az çok kendini geliştirmeye çalışan birisi olarak aşağıdaki satırları yazıyorum.
Bütün kişi / kurum / organizasyonun indirgemeci bir bakış açısıyla iki temel sorunsalı olduğu akademisyenlerce kabul görmüştür: Biri etkinlik, diğeri verimliliği artırmak. Benim değerlendirmeme göre bu sorunların çözümü, dönüp dolaşıp kurum kültürünü ortak akıl üretecek şekilde yaratmak noktasına dayanıyor.
Ortak akıla ulaşmak için en uçtaki çalışanın düşüncelerinin önemli olduğunu hissetmek gerekiyor. En uçtan, kurumun tepe yönetimindeki personele kadar ara kademelerin hiyerarşik yapılarda oldukça fazla olduğunu biliyoruz. Doğru iletişimin kurumlar için vazgeçilmez unsur olduğu kabulünü de dikkate alırsak; söz konusu şahsın yazdığı diyelim ki bir sayfalık teklifine, her kademede sorumluluk ya da olumsuz sonuçlarından bana da zarar gelebilir vb. kişisel saiklerle müdahale edildiği düşünüldüğünde, anılan teklifin en tepeye nasıl ulaşabildiğini takdirlerinize sunuyorum.
Sonuç olarak; uygun yönetim iklimi içinde doğru iletişim kanallarının kurularak etkin, verimli yapının oluşturulmasına katkı sağlamak maksadıyla; sohbet, toplantı vb. ortamlardan yararlanılarak duygu ve düşüncelerin birinci ağızdan organizasyon içinde paylaşılmasının faydalı olacağına inanıyorum. Bu tür yaklaşımlarla sağlanacak geri beslemenin, ortak aklı kullanan kurum kültürünün oluşmasını sağlayacağını ve bunun kesinlikle kimseye saygısızlık olmayacağını değerlendirmekteyim.
Bilimsel bir veri olarak; "Okyanusu aşan gemide en büyük pay ne kaptanda ne de tayfadadır. En büyük pay, geminin tasarımcısındadır." Bu nedenle, rasyonel yapıyı kurmak, başarı için temel koşuldur. Bu yapının oluşturulması için de sağlıklı iletişim zorunludur.


9 Kasım 2010 Salı

Strateji Nasıl Belirlenir?

       "Strateji çizerken önemli olan uzakta olabilecekleri yakından görebilmek, yakındakilere de uzaktan bakabilmektir."
                                                                                                            Miyamoto MUSASHİ


Göksel Kürede Yolculuk

Bir karanlık boşluğa bıraktılar,
Yerde kar var beyaz, üste gök var kör kara,
"Bu gece gör." dediler bütün yıldızları,
"Ders al ki yönünü çizesin geleceğin",
Yıldızları gökte döndürdüler doğudan batıya,
Unutulmaz güzellikti o boşluk,
Hava hafiften serin, yıldızlara bürünmüşüm,
Cezveyi gördüm: Büyük Ayı, yavrusu Küçük Ayı,
Tam kuzeyde kutup yıldızı: Polaris,
Yunan mitolojisinden kahramanları saydılar sessizliğin içinden,
Pegasus uçan at,
Bir avcı vardı, diz çökmüş ve elinde yayı,
Arkasında köpeği Proykon ve küçüğü Sirius,
Menzilinde Boğa, boynuzunu uzatmış öfkeli,
Zeus'un çocukları yıldızların kaymasıyla aydınlandı,
Birbirlerine ısınmak için sarılmış gibiydiler,
Kutup yıldızının altında oturak takımyıldızı,
Habeşli prensesin ve O'nu deniz canavarından kurtaran,
Prensin platonik aşk öyküsü,
Derken bana göz kırptı: Çılgın Bakire,
Dans ediyordu Endülüs şarkılarıyla,
Başımda tacım: Yedi Kandilli Süreyya,
Terazi adelet dağıtıyordu sanırım o gece de,
Ejderha ortalığa kızıl alevini saçmıştı,
Aslında akrabaydılar ama uzak kalmışlardı birbirlerinden;
Akrep ve Yengeç,
Çoban Yıldızı soğuk ekim gecesinde doğudaydı,
Döndü, ilkbahar dönümünü aştı geldi yine ekim gecesine,
Alpheratz ayla kardeşti ışıl ışıldı o gece,
Arslan tam ortasına kurulmuştu göksel kürenin,
Kükrüyordu: "Göklerin de hâkimi benim.",
Dalmış gitmişken o büyüleyici yolculuğa,
"Artık vakit tamam." denilince uyandım ve anladım,
Şu koca evrende dünyaya hapsedilmiş bir küçük yaratıktım...



Sabır, Cesaret ve Akıl Ne Zaman Gerekli

"Tanrım,
Bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmem için sabır,
Değiştirebileceğim şeyleri değiştirmem için cesaret,
Aralarındaki farkı anlayabilmem için akıl ver..."
Barry SPILCHUK


8 Kasım 2010 Pazartesi

Ülkeyi Yönetmeye Çağrılsanız Nereden Başlardınız?

Konfüçyüs'e sordular: - Bir memleketi yönetmeye çağrılsanız ilk işiniz ne olurdu?
Konfüçyüs: - Hiç şüphesiz, dili gözden geçirmekle işe başlardım.
        Ve dinleyenlerin hayret dolu bakışları karşısında sözlerine devam etti:
- Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gerekenler şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki; hiçbir şey dil kadar önemli değildir. 

   Ses bayrağımız dilimize sahip çıkalım...


Nur Yüzlü İhtiyar Kuyumcuda

Nur yüzlü ihtiyar bir adam şeyh edasıyle kuyumcuya girdi.  Kuyumcu saygıyla karşıladı. İhtiyar dedi ki: -Ben senin sevabınım..! Kuyumcu güld...