6 Ağustos 2020 Perşembe

Kolomb ve Güneş Tutulması


Kristof Kolomb, gemilerin zorunlu tamiratı için Jamaika'ya uğrar. Oradaki yerliler tamirata yardımcı olur, gemi tayfasına yiyecek içecek verir. Ancak aradan aylar geçmesine rağmen tamirat bitmez. Üstelik gemi tayfası, yerlilerin yiyeceklerini yağmalamaya başlamıştır...
Bu duruma kızan yerliler, yardımı ve yiyeceği keser. Çaresiz durumdaki Kolomb, o dönemlerde gemilerde bulunan ve yıldız pozisyonlarını da içeren takvimi karıştırırken, ertesi gün Ay tutulması olduğunu öğrenir. Aklına parlak bir fikir gelir ve hemen yerlilerin şefine gider...
Şefe, Tanrı ile haberleştiğini ve Tanrı'nın yardımın kesilmesine çok kızdığını, bu kızgınlığını da Ay'ı kan kırmızıya çevirerek göstereceğini söyler.
Ertesi gün akşam Ay tutulması başlar ve Ay'ın rengi tutulmadan dolayı kızıla döner. Kolomb'un oğlu, o anı günlüğüne şöyle yazmış:
"İnleme ve feryatlarla birlikte, her yerden gemilere doğru geldiler, yiyecek ve içecekler getirdiler, Tanrı'ya onları affetmesini söylemesi için amirale yalvardılar"
Kolomb kum saatine bakar, 48 dakika süren tutulma bitmek üzeredir. Onlara Tanrı'nın kendilerini affettiğini ve Ay'ı birazdan normal rengine çevireceğini söyler...
Tutulma biter, Tanrı tarafından affedilen yerliler de mutludur, evrenin işleyişini bilen Kolomb da...
*Cehalet her zaman köleliği getirir " diye yazar seyir defterine... Haziran 1503 (Alıntı)

2 Ağustos 2020 Pazar

Başarının Sırrı


İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.

Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İş adamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İş adamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.

İş adamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. 'Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim' diye düşündü. John Rockefeller'e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.

Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire 'Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir' dedi. 'Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor' diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.

İş adamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.

Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.

Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.

Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.




Eski bir Hint Hikâyesi




Hindu cennetinde kalpataru denen bir ağaç vardır. "Dilek ağacı" demektir. Tesadüfen bir gezginin yolu oraya düşer. Adam yorgundur, ağacın altına oturur. Ve aç olduğu için, "Burada biri olsaydı, yiyecek isterdim. Fakat kimse görünmüyor" diye düşünür.
Yiyecek fikri zihninde göründüğü anda, yiyecek aniden belirir. Adam çok aç olduğu için bu konuyu düşünmez bile; hemen yer. Sonra uykusunun geldiğini hisseder ve "Keşke şurada bir yatak olsaydı..." diye düşünür ve yatak belirir.
Fakat yatakta yatarken adamın içinde bir düşünce yükselir: "Neler oluyor?
Burada kimseyi görmüyorum. Yiyecek geldi, yatak geldi belki hayaletler bana bir şeyler yapıyor!" Birden hayaletler belirir.
O zaman korkar ve "Şimdi beni öldürecekler!" diye düşünür.
Ve hayaletler onu öldürür.
Hayatta kural aynıdır: Hayaletleri düşünürsen, ortaya çıkacakları kesindir. Düşündüğün şeyi göreceksin: Düşmanları düşünürsen onları yaratacaksın, dostları düşünürsen onlar belirecek. Seversen, dört bir yanında sevgi belirir; nefret edersen, nefret belirir. Düşünmeye devam ettiğin her şey belli bir kural tarafından yerine getirilecektir. Hiçbir şey düşünmezsen, o zaman sana hiçbir şey olmaz." ( 🙂 )
OSHO - Çamların Kadim Müziği / Zen'de Zihin Birden Durur

Az ve Öz


Bir zamanlar bir ülkede iki arkadaş varmış. Bunlar pek haylaz, üstelik gevezelermiş.
Çevrelerindeki büyükler bunlara o kadar çok "Evladım az ve öz konuşun" demişler ki, sonunda adları Az ve Öz kalmış.
Az, çok haylazmış; Öz de haylazmış ama, iyi - kötü ucundan kenarından okurmuş. Eski Yunan'dan, Eski Roma'dan, Eski Türk'ten kitaplar okurmuş Öz. Aisopos'u bile tanırmış. (Yüz yüze görüşmemişler ama kalpten tanışmış, o kısa, kambur, kekeme, ama tatlı dilli Aisopos ustayla.)
Neyse lafı uzatmayalım, Az ile Öz günlerden bir gün kötü işlere bulaşmış, kötü adamlarla dalaşmışlar. Ve bir gün olanlar olmuş. Haydutlar Az'ın ve Öz'ün gözlerini bağlayıp kaçırmışlar. Öyle az öteye değil; bir araca bindirip günlerce uzaktaki bir yere götürmüşler. Taştan bir odaya kapatmışlar. Odanın duvarında ufak bir pencere varmış. Demirli. Bu pencereden bakınca yalnızca gökyüzü gözüküyormuş.
Günlerdir gözleri bağlı yolculuk eden Az ile Öz çok yorgun düşmüşler ve nerede bulundukları konusunda en küçük bir bilgileri yokmuş. Haydutlar iki arkadaşı taş odaya koyduklarında gözlerini açmışlar.
Öz hemen uyumuş. Az ne olur ne olmaz diye uyumadan beklemiş. Bir süre sonra Öz uyanmış ve Az'a "Ben uyurken ne oldu?" diye sormuş. Az, hiçbir şey olmadığını söylemiş. Öz "Hiçbir şey duymadın mı, görmedin mi?" demiş. Az, "Hayır, sadece pencereye bir kuş kondu" demiş. Öz heyecanla "Nasıl bir kuştu?" demiş. Az "Bilmiyorum dikkat etmedim, basbayağı bir kuştu, tam göremedim, sadece gagası gözüktü" demiş. Öz "Gagası nasıldı?" diye devam etmiş. Az, "Ne bileyim dikkat etmedim" demiş.
Öz bu duruma çok üzülmüş. "Hay ben sana ne diyeyim; eğer o kuşun gagasına dikkatli baksaydın, şimdi nerede olduğumuzu bilebilirdik" demiş. Az "Saçma, bir gaga çok küçük bir şey. Ona bakıp nerede bulunduğumuzu nasıl anlayabiliriz ki?" demiş.
Öz "Bu dünyada küçük şeyler yoktur. Bakmasını bilen göz için her şeyin bir anlamı vardır" demiş ve devam etmiş:
"Bak eğer kuşun gagası uzun ise bizi Alma'nın (Alma yola çıktıkları kasaba imiş) kuzeydoğusundaki bataklık bölgeye getirmişler demektir. Uzun gagalı kuşlar suyun dibindeki solucanları, küçük kabuklan toplar çünkü, Eğer kuşun gagası, kısa, ince ve sivri ise ağaç kabuklarındaki böcekleri yiyordur; Söğüt Bülbülü'dür örneğin. Bu durumda bizi güneydeki ormanlık bölgeye getirmişlerdir.
Eğer gagası eğri, çapraz uçlu ise, çam kozalaklarının pullarını ayıran bir çapraz gagadır. Bu durumda batıdaki çamlık bölgeye getirmişlerdir bizi. Eğer gagası kısa, kalın, güçlü ise tohumların, yemişlerin sert kabuklarını kırıyordur. Bu durumda Alma'nın kuzey batısındayız demektir. Nerede bulunduğumuzu bilmek ise kurtulma yolunda ilk adım olabilir."
Az duydukları karşısında hayretler içinde kalmış, Öz'e "Küçük bir şeyden böyle büyük sonuçlar çıkarabileceğini hiç düşünmemiştim. İyi de bütün bunları şimdiye kadar niçin bana öğretmedin?" Öz, "Şimdiye kadar böylesine zor durumda hiç kalmadık da o yüzden. Bu dünyada her durumda işe yarayacak küçük bilgiler vardır. Uygun durumda uygun bilgiyi kullanırsan büyük sonuçlar çıkar ortaya. Küçük, büyüğün anasıdır. Azlık çokluğun özüdür." demiş.
Küçük, büyüğün anasıdır. Azlık çokluğun özüdür.
Prof.Dr. Üstün Gökmen

Nur Yüzlü İhtiyar Kuyumcuda

Nur yüzlü ihtiyar bir adam şeyh edasıyle kuyumcuya girdi.  Kuyumcu saygıyla karşıladı. İhtiyar dedi ki: -Ben senin sevabınım..! Kuyumcu güld...