25 Kasım 2010 Perşembe

İlmi Diyanet mi İlmi Siyaset mi?

            

           Eski günlerin birinde, çok meşhur bir hoca varmış. Bilgisiyle, tecrübesiyle, yetiştirdiği kişiler ile ülkede bilmeyeni yokmuş. Yükselmek, büyük adam olmak isteyen herkes mutlaka bu meşhur hocaya gelip ondan ders alırmış. O’nun ilminden yararlanırmış.
            Devlet adamı olup büyük mevkilere gelmek isteyen bir genç köy delikanlısı bu hocanın ismini duymuş. O’nun ilminden faydalanmak ve ders alabilmek için köyünü terk etmiş. Düşmüş yollara. Aylar sonra hocaya ulaşmış.
            ‘Hocam ne olur beni kabul edin. Beni yetiştirin’ demiş. Hoca ‘İlmi diyanet mi, yoksa ilmi siyaset mi öğrenmek istersin?’ diye sormuş. Köylü, ‘Hocam, ilmi diyanet bana yeter. Ben köyüme dönmek istiyorum.’ demiş.
            Genç köyüne dönmüş. Akrabaları kendisini büyük bir ilgiyle karşılamış. Diyanet konusunda çok derin bilgi sahibi olduğu için, köyün camisine gidip hocanın vaazlarını dinlemek istemiş. Camiye gitmiş. Hocayı dinlemiş. Duyduklarına inanamamış. Hocanın söylediklerinden hiç memnun olmamış. Tam tersine, hocanın söylediği yanlış, uydurma şeyler nedeniyle sinirlenmiş. Bir ara kendini tutamayıp cemaatin içinden yüksek sesle bağırmaya başlamış.
            ‘Söylediklerinin hepsi yanlış. Uydurma. Ne biçim hocasın. İnsanları kandırıyorsun.’ İşte bu sözler üzerine camide bir sessizlik olmuş. Herkes dönüp bu cümlenin geldiği yere bakmış. Hoca da gence dönüp kaşlarını çatmış. İtibari zedelenmesin diye bu sesi susturmak için hoca cemaate dönüp bağırmış.
            ‘Ey cemaat, işte size bahsettiğim münafıklardan bir tanesi de burada, aramızda. Allah’a inanmayan, camiye hakaret eden, hocaya baş kaldıran cehennemlik bir kafir içimizde oturuyor. Tutun onu. Gereken dersi verin. Atın dışarı’ demiş…
            Cemaat genci yakalamış. Tekme tokat ve küfürlerle caminin dışına atmışlar. Her yeri yara bere içinde kalan genç inleye inleye evine dönmüş.
            Aradan birkaç hafta geçtikten sonra genç köylü, meşhur hocaya geri gidip ‘ilmi siyaset’ öğrenmek gerektiğine inanmış. Yeniden yollara düşmüş. Meşhur hocaya ulaşmış. ‘Hocam ben geri geldim. Şimdi bana ilmi siyaset öğretmenizi istiyorum’ demiş.
            Aylar geçmiş. Gencin ilmi siyaset eğitimi tamamlanmış. Genç, hocasının elini öpüp köyüne geri dönmüş. Hemen eskiden dayak yediği camiye gitmiş. Aynı hoca duruyormuş. Eski tas, eski hamam. Aynı hoca yine saçma sapan şeyler söylemiş. Cemaati yanıltan, kandıran ifadeler kullanmaya devam ediyormuş.
            İlmi diyanet’ten sonra ilmi siyaset eğitimini de almış genç köylü, cemaat içinde ayağa kalkmış. Hoca kaşlarını çatıp yine gence bakmış. Cemaat kafalarını çevirip ayaktaki gence dönmüş. Sessizlik olmuş. Genç köylü yüksek sesle cemaate seslenmiş: - ‘Ey cemaat. Bu Hoca efendi çok doğru çok söylüyor. Bu Hoca efendi ne mübarek bir hocadır. Ne yüce bir hocadır. Ey cemaat, her kim bu hoca efendinin bir kılını kopara ve ala, o kişi hiç şüphe yoktur ki cennetin kapısını aralaya…’
            İşte bu sözlerden sonra cemaat bir anda ayağa kalkıp, hoca efendinin üzerine çullanmış. Hocadan bir kıl koparmak isteyen onlarca insanın altında kalan hoca, bir daha o köyde hocalık yapamayacak hâle gelmiş. Genç köylü de, ilmi siyasetin ne kadar güçlü bir silah olduğunu anlamış…
Sizce, ilmi siyaset bilinmeden bu dünyada başarılı olmak mümkün müdür?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Nur Yüzlü İhtiyar Kuyumcuda

Nur yüzlü ihtiyar bir adam şeyh edasıyla kuyumcuya girdi.  Kuyumcu saygıyla karşıladı. İhtiyar dedi ki: - Ben senin sevabınım..! Kuyumcu gül...