1 Haziran 2016 Çarşamba

İnsan Denen Dünya

2001, Kars


       İnsanlar artık birbirleriyle konuşmuyor adeta kendi hücrelerine çekilip kendi dünyalarında yalnızlık çekiyorlar. Sohbet etmek, konuşmak, dinlemek, dinlenmek, kaale alınmak var olmanın olmazsa olmaz gereği değil mi? Ben, insanlarla yüz yüze konuşmayı hep yeğledim. Nedense sohbet ortamlarında insan olduğumun bir kez daha farkına varıyorum. Ruhumda sakladığım gerçek beni sanki bir ayna misali yansıtıyorum.
            Büyük eğitimcimiz İsmail Hakkı Tonguç'un bir yazısında da belirttiği, benim de canı gönülden katıldığım gibi mektuplar, insanların görüşlerini bütün çıplaklığı ile aktarıldığı bir yazı türüdür. Bütün okuyucularımla bir araya gelemiyorsam, en güzeli olan yüz yüze konuşmayı sağlayamıyorsak, duygularımı, görüşlerimi içimden kopup gelen düşüncelerimi mektup tarzında ama uzun bir mektup olarak aktarayım, paylaşayım istiyorum. Bunu yaparken de okuyucu ile etkileşim kurmak da istiyorum.
            Her nasıl adlandırılırsa inanamayacaksınız ama benim ileriyi görme gibi -aslında pek de matah olmayan bir özellik- bir yetim var. Görüyorum hepinizin gözlerinin içini görüyorum. O ışığı görüyorum. Her insan büyük bir potansiyel, bir dünya… Doğru bilinci alıp, geliştirilebildiği takdirde her insan için gelecek parlak, hayat inanılmaz güzel. Unutmamak gerekir ki istemeden, inanmadan, çaba göstermeden bu güzelliği yakalamak da mümkün değil.
            Mektubumda yazılanlar sizle benim aramızda bir köprü. Her okuyucunun algısına göre, bilincine göre özel bir sır. Belki yazılanları kendiniz yorumlar, kendinize mal eder, belki de sadece kendinize saklarsınız. Belki böyle daha güzel olacak, başkalarıyla paylaştığınızda belki büyü bozulacak. Baştan belirtmek de istiyorum ki mektubumda yazılanlar mutlak doğrular değil. Her satırı okuyucum düşünüp kendi kalbi ve aklı ile değerlendirmeli.
            Mektubumdaki ifadelerin bazıları belki bir asırlık bir insanın ağzından çıkmışçasına öğüt cümleleri olabilir. Öğüt verme, nasihat etme düşüncesi olamadan kaleme aldığımı bilmenizi isterim. Amacım sizlerle sadece paylaşmak. Bir düşünce ışığı vererek kapıyı aralamak, önünüzü aydınlatmak. Bir de şu var ki bu mektubu kaleme alırken pek fazla edebi kaygılar taşımıyorum ve içimden geçenleri o anki heyecanı ile yazıyorum. Yazıyı kaleme alırken; anlam bütünlüğü bozuluyor, yazının çatısı bir sıra takip etmiyor, daldan dala atlayarak anlaşması zorlaşıyor olabilir. Bu yazıyı kaleme alan ben aslında bir askerim. Pek zamanın yok. Beni anlayışla karşılayıp sabırla okumaya devam edeceğinize inanıyorum. İnanın buna değecek.
            Konuşmaya nazaran yazmak katbekat daha kadar zor. Burada yazdıklarım hakkında belki sizlerle yüz yüze gelebilsek, günlerce konuşabiliriz. Evrende uzaklaşıp giden, dolu dolu, geniş mekânları dolduran laflar edebiliriz. Fazla ayrıntıya girmemeye çalışacağım. Hayat ve anlamını çözen okuyucularımın “güzellikler ayrıntıda gizlidir” dediklerini duyar gibi oluyorum. Mektubumda sizlere mesajlarımı aktarmayı ön planda tutuyorum. Belki, bilimsel olanı değil, kendimce daha anlaşılabilir diye düşündüklerimi veya kafamda canlandırdıklarımı kendimce doğrudan ifade eden kelimeler yığınını kullandığım için beni eleştireceksiniz. Aslında özellikle yazılarımda Türkçe’yi doğru kullanma konusunda çok hassas biriyimdir. Ama bu sefer böyle sohbet havasında çalakalem yazmayı yeğliyorum.
            Yaşam akıp giderken anlamını çözmeye çalışmayız, sorgulamayız ya da çözmeye çalışmak, bize ayrı bir yük getirir. Bazı insanlar sırf yaşam gailesindedir, temel ihtiyaçlarına odaklanırlar ve etrafta ne olup bittiğine yeterince ilgili değillerdir. Bu arada birçok güzellikleri de ıskalarlar. Tercih tamamen senin. Benim anacığım ilkokul mezunudur. Aldığı eğitim ve kültür düzeyi belli. Akşam kocası işinden evine döndüğünde önüne bir kap yemek koyabiliyorsa, ayda yılda bir uzaktaki çocuğu telefonla da olsa arayıp; “anacığım nasılsın diyebiliyorsa dünyanın en mutlu insanı O. Ama ikinci gruptakiler: Aydınlar, yani siz -sizi kategorize edip yolunuzu zorla çizdim galiba- Çünkü bu satırlara ulaştınız. Onlar sadece yemek, içmek, uyumak, üremek gibi duygularla –duygu demek duyguları hafife almak olacak sanırım, biz en iyisi dürtü diyelim- hareket etmezler. İnsan ruhunu, hayatın anlamını gizemini çözmeye çalışırlar. Onlar İsrail-Filistin çatışmalarında ölen insanlara, büyük şehirlerin sokaklarında sefalet içinde yaşayan çocuklara,  vb. -vb. diye ne çabuk geçiştirdim-  üzülürler, kendileri için sorun edinirler. Onlar için mutluluk diye bir şey yoktur. Mutluluk adeta haramdır.
            Kişilerin temel hedefi özüne ulaşmak olmalı. Bu yüzden ilk devrimin bilinçte gerçekleşmesi gerekir. Karakuşi bir yaklaşımla hedeflere ulaşılması mümkün değildir. Kişileri, olayları, dünyayı doğru algılayamayan doğru eylemlerde bulunamaz. Dolayısıyla doğru sonuçlara ulaşamaz. Yani dünyaya bir başka gözle bakmayı öğrenmek, insanlık bilinci ve onuru çerçevesinde bakmayı öğrenmek... İlk açılım bilimsel mantığın anlaşılması. Bilimsel mantığın bilincine eren insan doğruya saygı gösterir, Yalan söyleyemez. Bilimsel mantığı temelinde ise şüphecilik yatar. Okuduğun, gördüğün şeylere, sana anlatılanlara kocaman bir ‘ACABA’ de. Acaba doğru mu? Yanlış olma ihtimali var mı? İşte bu sorular seni incelemeye, araştırmaya iter, gözlem yapmaya zorlar. Seni geliştirir. Seni hedefe yoğunlaştırır. Zamanla göreceksin ki her eğilimini bir kusurmuş gibi algılayıp, hep çırpınacaksın, hep bilgisizliğin susuzluğunu çekeceksin. Her yeni öğrendiklerinde cehaletini göreceksin. Her yeni öğrendiğinin sonuna nokta değil virgül koyacaksın.
            Öze ulaşmada ve uygar insan olmada kazanılması gereken değer ve bilinçler: Hakkaniyet “Haklıysan Güçlüsün”, Kişisel Bütünlük, İnsan Onuruna Saygı, Hizmet, Sevgi… Kısmetse bunları ayrı bir yazımızda inceleriz.
            Genel okumalar için bazı kavramlara hâkim olmak gerekir: Tez, sentez, antitez, sentez ve realizm romantizm, komünizm, faşizm, sosyalizm, nasyonal sosyalizm ne demek? Aslında bir kavram kargaşasına itildiğimiz ortamda kullandığımız bazı kavramların tanımını vererek bu yazının içeriğinde hangi anlamda kullanıldığını ortaya koymak gerekirdi sanırım. Ama kavramların tamamını almamız hem mümkün değil, hem de güttüğümüz maksadı aşar. Her çocuğun ve insanın bir okuma programı olması ve önceliklerinin olması gerektiğine inanıyorum. Böyle bir program için yol gösterici bulamayan insanlarda kaybetmiş sayılmaz Bilimsel mantık özümsenmişse her şey çözülür. Şu anda ortada olan her gerçekliğin bir süreçten geçtiğini, bir tarihinin olduğunu unutamamak gerekir. Her şey birdenbire olmadı (Sadece iki şey birdenbire oldu ve olur. Şimdilik bu konuya kafa yormadan geçelim). Hepsi bir birikimin sonucu. Tarihi bilmek anlamayı kolaylaştırır. Burada anlatmak istediğim savaşların tarihi değil. Güç mücadelesinin, düşüncenin, bilginin, sanatın, işin, insanlığın, medeniyetin tarihi.
            Günümüz dünyasına hâkim olan sembollerdir. Hani içinde bulunduğumuz çağ için diyorlar ya; uzay çağı, bilişim çağı vb. Bence Sembol Çağı, İletişim Çağı. İnsanlar ve teknoloji iletişimi semboller kullanarak sağlıyor. Sağ elin işaret ve orta parmağını ayrık olarak havaya kaldıran insan “zafer” diye bağırıyor. Sembol çarpıcı, vurucu; görmek sözden üstün.                -Görmenin de en üstününün gönül gözüyle görmek olduğuna inanıyorum. Zafer işaretinin kökenini araştırdığımızda parmakların şekli aslında “V” işareti(harf yapıyor. İngilizce'de Victoria(zafer) sözcüğünün baş harfi. (Bu işareti ilk kim, ne zaman kullanmış, kökeni nedir ve nasıl bir tarihsel gelişim geçirmiş çok önemli ama burada uzun uzun anlatamaya yer ayırmayalım.) Yaşananları zaman, mekân(yer), amaç ve gereksinim boyutuyla görmeli. O zamana, o yere göre değerlendirmek gerekir demeye çalışıyorum. Bir fanilanın üzerindeki etikette üçgen geometrik şeklin üzerindeki çarpı(X) sembolü görebiliyoruz. Bu çamaşır suyu kullanılmaz anlamına geliyor vb., vb. İnsanlar sembolleri, karayolu trafik işaretleri gibi artık tekörnekleştirmişler ve küreselleştirmişler. Kimse cep telefonlarından uzun uzadıya gülünç bulduğu şeyi anlatmaya çalışmıyor. Buna zamanını da yok. Karşı tarafa iletişimini bir sembolle iletiyor. İki nokta kapa parantez [ :) ] bitti… Önemli olan okunanlar da, görülenler de, söylenenler de kullanılan sembollerin anlamını çözmek. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru sembolün üzerine duyguları da yükleyerek kullanmak. Doğru iletişimi kurmak. Kendinle, kitabınla, görsel iletişim vasıtalarıyla karşısındakiyle… Kültürel, cinsiyet, satatü farklılıkları ve teknolojik yetersizlikler de eklenince iletişim kazaları da meydana gelebiliyor. Aslında dil de bir sembol, duyguların, iç dünyanın dışa vurumu. Ancak tek başına dil yalın kullanıldığında doğru iletişim tam anlamıyla kurulamaz. İnsanlar söylenenleri pek dinlemezler. Sözden çok sözü kullananın konuşma tonu daha kalıcı olur. Görmek isterler, karşısındakinin vücut diline daha çok önem verirler. Jestlerini, mimiklerini ön planda tutarlar.
            Bazı insanlar özlerini bulmak için duyularını aşırı uyarmak ya da duyularını mahrum bırakma metotlarını kullanmışlardır. Duyuların aşırı uyarılması semazenlerin(Mevlevi kültüründeki) bilincin kaybedildiği vecd durumuna kadar dönüp, dans etmeleri, Afrika savaşçılarının ve Karayip tarikat üyelerinin vahşice davullar ve ritmik el çırpma eşliğinde  çılgınca dans etmeleri, Hristiyan dindarların her yerlerinden kan çıkana kadar kendilerini kırbaçlatmaları, Hint fakirlerinin çivili yataklara uzanmaları, Zen ve Japon rahiplerin donmuş su ve çağlayanlar altında durmaları, Kızılderililerin güneş altında susuzluk çekmeleri, Tibetli arayıcıların karlı dağlarda çırılçıplak durmaları vb. sıralanabilir. Yoga felsefesi, meditasyon, transal meditasyon, vb. adı geçen teknikler de duyuların mahrum bırakılması ile öze ulaşma yöntemleridir. Bu teknikler duyuların geri çekilmesi ile başlar.
            İnsan olmanın doğasında hata yapmak vardır. Bir ideal olmanın ötesinde mükemmellik, hata yapmamak bir kavram olarak zaten bizatihi kendisi yanlış bir kavramdır. Kendine güveneceksin, açık olacaksın, hata yapmaktan korkmayacaksın. Unutma, çocuklar düşe kalka yürümeyi öğrenirler. “Önemli olan düşmek değil, düştüğünde kalkabilmektir.” Ama kanatlanmadan uçmakta açgözlülük değil de nedir sizce? İnsanlar yemek, içme, uyumak, üremek dürtüleriyle hareket ettiklerinde tıpkı hayvanlar gibidirler. İnsan yaşamında bilinçli davranış özel yaşantıdır. Söyleyemediklerimiz, yapamadıklarımız; söyleyip, yaptıklarımızdan binlerce kat daha fazla. İnsan beyninin kapasitesinin çok küçük bir kısmını kullanıyor. İnsan yaşamında duyduğu ihtiyaçları karşılayamazsa strese, gerileme girer. İhtiyaçlarını hemen karşılamayı alt benlik, dürtü ve enerjimizin kaynağı emreder. Benlik ise -dünyayı kavrama gerçeği, deneme ve kabul edilme sorumluluğundan doğmuştur- ihtiyaçları karşılarken düzen dışı davranışları göz önünde tutar. “Gerektiği yerde, gerektiği gibi, gerektiği zaman davranmayı öngörür.” Üst benlik; kültürün, toplumsal değerlerin, din ve ahlaksal değerlerin ve kurallarının oluşturduğu, bu değer ve kurallara göre işleyen, bunların koruyuculuğunu yapan bir sistemdir. Amannnn ben ne yapıyorum. Kafanızı iyice karıştırdım. Kısaca; her istediğimizi söyleyemeyiz, yapamayız !!! Her köşe başında satılan bazı temel psikoloji kitaplarında bunlar zaten var. Hayatı anlamak için ilk önce bunları öğrenmek gerekir sanırım.
            Biraz da felsefe yapalım… Felsefenin azı insanın dengesini bozabilir, tutarlılığını ortadan kaldırabilir. İnsan beynini hımmmm, şeyyyy gibi bilinmezlerin dipsiz kuyusuna atabilir. Anlayacağınız, tabiri caizse insanı dinden imandan çıkarabilir. Felsefenin maksadını, tarihini bilmeden felsefeye girmek çok tehlikeli olabilir. Gelin şimdi sizlere dilimin döndüğünce bildiğim kadarıyla felsefenin amacını ve tarihini kısaca anlatmaya çalışayım Ama önce felsefenin anlaşılır bir tanımını yaparak işe başlayalım. “Bilimlerin bilimi, hayatın ve evrenin özünü arayan disiplinler üstü bir disiplin.” şeklinde tanımlayabiliriz sanırım.
            Her şeyin bir kurucusu, mimari olduğu söylenir. Geometrinin kurucusu Öklit, mekaniğin kurucusu Arşiment (Hani şu hamamdan çırılçıplak fırlayan, buldum buldum, evreka…),  fiziğin kurucusu Galileo,  kimyanın kurucusu Claud Bernand. Ve… felsefenin babası THALES’tir.  
            “Kimse bilerek kötülük işleyemez” -Sokrates.  Solon der ki…: “Hiçbir şeyde aşırı olma.” “Kendini bil.” der Khilen.
             “Yaptığını düşün, çok dinle, yerinde konuş.” -Bias. Ne doğru söz ki: “Kendine kötülük hazırlar başkalarına kötülük hazırlayan.” -Hesiodos. İlk diyalektikçi(karşıt düşüncelerden doğruya ulaşma diyebiliriz.” Herakleitos: “Evrenin temeli değişimdir, akıştır. Aynı ırmağa iki kez giremezsin. Çünkü her girişinde üzerinden yeni sular geçer.” Burada kısa bir anektod aklıma geldi. Einstein öğrencilerine yazılı sınav yapmak üzere sınav kâğıtlarını dağıtır. Uyanık öğrencilerinden biri: “Hocam bu sorular geçen yıl sorulan sorular.” diye seslenir Einstein cevap verir. “Evet haklısın. Sorular geçen senenin soruları. Ancak, üzerinden bir yıl geçti. Sorular aynı sorular ama cevaplar değişti.” Diyalektiğin bilinen kurucusu ise Zenon’dur.  Evrenin ve yaşamın özü: Atomdur, sudur, havadır, ateştir, nimettir, sayılardır, birliktir, insandır derken şu söz çınlanır felsefe tarihinde: “Kendini tanı, erdem bilgidir.” –Sokrates.
            Kuşku? -“Düşünüyorum öyleyse varım.” -Descartes. Anlamak için inanıyorum.” der Anselmus. “Yanılıyorum öyleyse varım.” İnsanım insan…
            “Vahdet-i Vücut, Terk-i Dünya” der tasavvuf. İnkârın inkârcısıdır: Hegel.
            “ Can mülkün armağanı sensin
              Tendir bu cihan ki canı sensin" -Nesimi.

            “İlmelyakin(bilme), Aynelyakin(görme), Halkelyakin(olma)” der: Şeyh Bedrettin. “Mutluluk insan ruhunun kendisini artmasıdır, temizlemesidir, faal akla yönelmesidir; insan insanın kurdudur.” -Thomas Hobbes. “Anlayışın gücünde Tanrı’nın insanoğlunu değil; Tanrı’yı ve dünyayı insanoğlunun yarattığını” öne sürer Croce. Tarihçi bir yaklaşımla “mutlak tarihçilik” der.
            Marx'ın diyalektik materyalizmi… Simone de Beauvoir ve Sartre varoluşçudur. “İnsan varlığının bilincindedir”, “İnsan özgürlüğe mahkumdur.” der: Sarte.
            1960 kuşağı... bu sembol hatırlarsınız. Sembol sizlerde neyi çağrıştırıyor? “Barış, barış” diyerek bütün dünya gençliği ayağa kalkar. Hippiler, punkçular… Feng-Shui felsefesi der ki: Her iyi'nin içinde bir kötülük her kötülüğün içinde de biraz da olsa iyilik vardır. İyilik ve kötülük, Ying ve Yang birlikte bütünü oluşturur. Hadi düşünün, bu sembolün (   ҉   )  ne olduğunu, neyi anlatmak istediğini çözebilirsiniz. Çözemezseniz üzülmeyin. Bilimsel, araştırıcı mantığı kavradığınızda mutlaka çözersiniz. Anlayacağınız herkesin söyleyecek bir sözü varmış ve bir şeyler söylemiş…
            Felsefe sürekli bir hayır de iş aracılığı ile eveti bulmaya çalışmaktır. Evet bulunduğu zaman, onu irdeleyip eleştirerek aşmaya yönelmek, yeni yeni hayır deyiş aracılığı ile eveti bulmaya çalışmaktır.
            Kafalarınızı amma da karşıladım ha! Neyse sadete gelelim… Her şeyin sonu, özü hayat tecrübem ve okuduklarımın bende bıraktığı izlerle sizlere sesleniyorum. Sizlerle paylaşmayı sevdiğim için, bu borç bana yüklendiği için yazmaya çalışıyorum. Belki bir ışık alırsınız ve çıktığınız hayat yolunda zaman kazanırsınız. Her şeyin özü insanın huzur ve esenliği, insanın kendisini mutlu kılması. Bu ruh sağlığının öznel ölçütü. Başkalarıyla doğru iletişim kurmakta nesnel ölçütüdür. İnsan önce kendisiyle barışık olmalı, kendisiyle doğru iletişim kurmalı. Kimya okudunuz mu bilmiyorum ama en mükemmel bileşik: Kendinizsiniz. Bunu sık sık kendinize tekrarlayın. En mükemmel bileşik benim. Geçmişinizde boğuşmayın geleceğe bakın. Görebiliyorum; okuyucularım yaşamın özüne, huzur ve esenliğe ulaşacaklar.
            Bu anlattıklarım huzur ve esenliğe ulaşma yönünde belki ilk adım. Okuyacaksınız göreceksiniz dinleyeceksiniz belki hayata başka bir bakış açısıyla bakacaksınız. Din de insanlık için vardır, dünya da, evrende. Huzur ve esenliği yakalayacaksınız.

            İnsanlar huzur ve esenliği yakalamak için çok mütevazı yaşamalı. “Basit yaşa ki başkaları da var olabilirsin.” -Gandi. Heyecanı sanatta, resimde, şiirde, müzikte aramalı. Kişi; kendisiyle, diğer insanlarla, sair yaratıklarla, çevresiyle barışık olmalı, uyumlu olmalı. Esen kalın, huzur içinde yaşayın.

2 yorum:

  1. "Sonsuza kadar tutarlı olmak kadar tutarsız bir şey yoktur." -Goethe
    "Büyük şeyler değil, bir üzüm tanesi, bir incir bile bir anda oluşamaz." -Epiktetos

    YanıtlaSil
  2. "Sonsuza kadar tutarlı olmak kadar tutarsız bir şey yoktur." -Goethe
    "Büyük şeyler değil, bir üzüm tanesi, bir incir bile bir anda oluşamaz." -Epiktetos

    YanıtlaSil

Nur Yüzlü İhtiyar Kuyumcuda

Nur yüzlü ihtiyar bir adam şeyh edasıyla kuyumcuya girdi.  Kuyumcu saygıyla karşıladı. İhtiyar dedi ki: - Ben senin sevabınım..! Kuyumcu gül...